5 Ekim 2009 Pazartesi

The Blues Festival (!)

Galatasaray'ın puan kaybettiği haftalarda genellikle maçtan hemen sonra ya komik filmler izlerim ya da çok zevkli bir maça denk gelmek için dua edip kumanda elimde maç ararım. Bu hafta da aynı seneryoyu hem yazdım hem oynadım kendi başıma.

Galatasaray'ın kaçırdığı gol pozisyonları Ankaragücü'nün habercisiydi aslında. Öyle de oldu. Ankaragücü golü bulduktan sonra herkes Galatasaray'ın yüklenmesini beklerken önce 2 sonra 3 oldu. Hem Galatasaray sevdalısı olan bizler şok yaşarken futbolcular ne olduğunu idrak edemediler. Ama bence bu 3 gol 1-0'lık mağlubiyetin aksine yarar sağlayacaktır takıma. Çünkü takımın toparlanması, futbolcuların kendilerine gelip hırs küpüne dönüşmelerine sebep olacak gerçekten önemli bir hezimet bu.

Maç sonrasında bozulan moralimi düzeltebilecek yegane olay Chelsea - Liverpool maçında oynanacak güzel oyun ve Chelsea'nin galibiyeti olacaktı şüphesiz. Nitekim, bu ümitlerle oturdum TV ekranına. Yanımda aslen Arsenal taraftarı olan ama bu maçta Liverpool galibiyetini isteyen arkadaşımla izlemeye koyulduk maçı. İlk yarı boyunca iki takım da birbirinin hatalarını kolladı, çok pas yapıp ara toplarla pozisyona girmeye çalıştılar. 30'uncu dakikadan sonra tempo yükseldikçe yükseldi, pozisyon sayısı arttı, az daha Chelsea gol bulup ilk yarıyı önde kapatacaktı.

İkinci yarının başlangıcında ise bambaşka bir görüntü vardı. İlk yarı boyunca cesaretle Chelsea üzerine giden Liverpool ilk 15 dakika içinde kendi sahasına kapanıp kontra ataklarla gol bulmaya çalıştı. Ama bu taktik tam olarak işlemeyince ilk yarıdaki futbollarına dönmeye çalışıp Chelsea üzerine yüklenmeye başladılar. İşte tam bu sırada kendi kurşunlarıyla (!) vuruldular. Chelsea uzun topla Drogba'yı buldu, Drogba nefis ortaladı ve Anelka gerçekten de muhteşem bir vuruşla tabelayı değiştirdi. Goool !!! diye bağırdıktan sonra Arsenal taraftarı arkadaşıma döndüm ve Anelka'nın Ribery ile birlikte Türk futbol tarihinin en büyük kayıpları olduğunu söyledim. Bu iki adam da gerçekten çok önemli çok büyük futbolcular ve ne yazıkki elimizde tutamadık bu değerleri. Ama eminim ki Frank Rijkaard gibi önemli bir isim olsaydı iki futbolcu da seve seve Türkiye'de futbol oynamaya devam ederlerdi.

Gol sonrasındaki bu kısa muhabbetten sonra tekrar konstantre olduk maça. Arkadaşım maçın böyle biteceğini düşünürken ben Chelsea'ye fazlasıyla güveniyordum ikinci gol için. Bu yüzden de canlı bahis oynayıp yüksek bir meblağ yatırdım ikinci golün Chelsea tarafından atılacağı bahsine.

İmdadıma 90.dakikada Drogba yetişti. 90 dakika koşan, aynı bileğine toplam 4 kez sert darbe alan Drogba, Liverpool savunmacılarının kendisini yere yıkma çabalarını hiçe sayarak tam da darbe aldığı bileğini kullanıp o kadar güzel bir pas çıkardı ki Malouda'ya, Malouda gol sonrasında Drogba'ya koşup saygısını iletti kendisine.

Chelsea Drogba'nın büyük katkısıyla Liverpool'un geçip liderliğe yükseldi, ve çok şükür ki moralimi yerine getirdi. Aceto blog sayfasında Drogba-Torres karşılaştırması için oylama yoluna gitmiş. Bence hiç gerek yok buna. Drogba Torres'e oranla iki kat daha kuvvetli ve sert bir golcü. Drogba ancak Rooney ya da Ibrahimoviç ile karşılaştırılmalı. Torres daha narin bir golcü ve bu yüzden Torres'in kalemleri Berbatov, Anelka gibi golcüler olmadı.

Güzel başlayan, kabusa dönüşen bir pazar günü için muhteşem bir son oldu.

Teşekkürler The Blues.

Hiç yorum yok: