22 Ağustos 2009 Cumartesi

Benvenuto Calcio Seria A !!!

İtalya Seria A bugün oynanan maçlarda yeni sezona merhaba dedi. Maldini'nin olmadığı, Nesta'nın sakatlıklar nedeniyle bir türlü "merhaba yeni sezon" kelimelerini bir araya getiremediği , AC Milan için büyük ihtimalle hüsranla sonuçlanacak bir sezona...

Milan öpsün Pato'sunu başına koysun. İlk haftada Siena deplasmanında attığı iki golle ipten aldı hem Berlisconi'yi, hem Galliani'yi hem de Leonardo Nascimento de Araújo'yu...

Mourinho, zaten lige damgasını vurup, bu sezon da kupayı alacaktı. Ama Lippi'nin Juventus'un şampiyon olacağını iddaa etmesi, bizim deli oğlanı sinirlendirmiş. Bu yüzdendir ki, İnter sezonun ilk 4-5 maçında Mourinho gazıyla toplar üç puanları. Sonrası ise, izlemeye doyamayacağımız bir lige şahit olacağımızın uzun bir maratonun gerçek başlangıcı olur.

Bu sezon Seria A'nın hangi kanalda yayınlanacağı belli değil. Eğer aldığım duyumlara göre Kanal 24 yayın haklarını almazsa, hepimize Justin TV yolları gözüyor.

Günün maçlarında alınan sonuçlar;

*Siena 1-2 AC Milan

*Bologna 1-1 Fiorentina

Arsenal mi? Manchester United mı?

Bugünden başlayarak bir hafta boyunca akılları en çok meşgul edecek soru olacak kesinlikle Old Trafford'un ev sahipliği yapacağı derbiyi kimin kazanacağı.

Aslında bu iki takımın ligde sergilediği performans sorunun cevabına ulaşmak için önemli ip uçları veriyor. Takımlarının son durumlarını değerlendirmeye çalışarak sizlere yardımcı olmaya çalışacağım.

Öncelikle misafir takımdan başlayayım. Sezon başında, Adebayour ve Toure'yi kaybeden ancak herhangi bir yıldız tranferine imza atamayan Arsenal'e kimse şans tanımıyordu. A.Wenger bu eleştirilere kulaklarını tıkayıp her zaman yaptığı gibi takımını çalıştırmaya devam etti. Hazırlık kampında takımına çok güvendiğini, bu genç kadronun artık büyük tecrübe kazandığını ve bu sezon çok tempolu bir futbol felsefesiyle Chelsea ile birlikte şampiyonluğun en büyük adaylarından biri olduklarını söyledi.

Arsenal ligin ilk haftasında Liverpool şehrine, Everton'a konuk oldu. Everton o kadar misafirperver davrandı ki, 6 gol yerken, sadece 1 tane gol bularak büyük bir hezimet yaşadı. Arsenal duran topları iyi değerlendirmenin sonucunda güzel bir galibiyet, daha da önemlisi büyük bir özgüven ile memleketinin yolunu tuttu.

Bugün ise, kendi sahalarında Portstmouth ile karşılaştılar. Aynı ilk maçtaki gibi, ikinci maçı da 90 dakika izleme fırsatını yakaladım. Arsenal, maça aynı Wenger'in dediği gibi yüksek tempoda başladı. Tek paslar ile oyunu çok iyi açtılar, en önemlisi de kanatlara yaydılar. Nitelim tek top ile tempolu oyun meyvesini 18'inci dakikada verdi. 22'inci dakikada ise muhteşem bir kontra-atak ile Diaby hem tabelayı hem de attığı gol sayısını ikiledi. Arsenal 2-0'dan sonra aniden vites düşürüp aktif dinlenmeye geçti. Ta ki Porstmouth durumu 2-1'e getirene kadar. Sonra tekrar tempoyu arttırdılar ve ikinci yarıda buldukları gollerde maçı 4-1 kazandılar.

Daha iyi bir başlangıç olamazdı heralde. İki maç, atılan 10 gol, kazanılan 6 puan ve kalede görülen sadece 2 gol. Fabregas'ın komutasındaki Wenger'in minik askerleri başarıya aç olmanın verdiği özlem ve hırs ile bu sene çok konuşulacaklar.

Gelelim ev sahibine... Son 3-4 sezondur izlediğim en kötü Manchester United ile karşı karşıyayız. Sir Alex Ferguson C.Ronaldo'nun transferi süresince bol bol gider yapmıştı Ronaldo'ya. "Burada olmak istemeyene kal demem, zaten yeri doldurulamayacak kimse yoktur." cümleleri çıkmıştı ağzından. Ama oynadıkları üç maçta Ronaldo'nun bu takımın en az %50'lik kısmını oluşturduğunu gösteriyor. Üstüne bir de Tevez'in gidişi tam tuz biber olmuş.

Wigan maçının ilk yarısı dahil olmak üzere Birmingham ve Burnley maçlarında tempodan uzak, 5 pas yapamayan, oyunu rakip kaleye taşıyamayan, duran top bile kullanamayan bir takım görüntüsü verdi Kırmızı Şeytanlar. İsyankar Rooney, tabiri caizse eşşekler gibi çalıştı, koştu, pres yaptı, defansından top çıkarttı. Zaten o olmasaydı Birmingham maçındaki 3 puanı da alamazdı bu takım.

Burnley maçının, Birmingham maçından tek farkı Manchester'ın bu sefer 1-0 mağlup olmasıydı. Temposuz oyun ve başarısız paslar ilk maçın birebir kopyasıydı. Acıların çocuğu Rooney, yine elinden gelenin hepsini yansıttı sahaya ama bir tek arkadaşı bile destek çıkmadı ona.

Gelelim Wigan maçına. Manchester United bu deplasmandan 5-0'lık parlak bir galibiyet ile dönüyor şehrine. Arsenal maçı öncesi kuşkusuz büyük bir moral kaynağı olan bu galibiyet aslında kimseleri yanıltmamalı. Bence bu maç şansları yanındaydı. Ne ilk yarı ne de ikinci yarı tempo yapabildiler. Tempo yapmaya çalışan takım Wigan iken, Rooney'in çabası, 5 dakika içinde gelen iki gol ile birlikte bir anda Manchester lehine dönen maç ile birlikte Wigan'ın gardı düştü ve maç farka gitti.

Ancak dediğim gibi, Wigan galibiyeti kimseyi yanıltmasın. Eğer Manchester son üç maçtaki futbolunu oynamaya devam ederse ve Arsenal de iki maçtaki oyunu sahaya yansıtırsa ve Arsenal fark atar döner. Ferdinand'ın yokluğu, Vidic'in ve Evra'nın formsuzluğu, Berbatov'un yaşlı adamlar gibi haraket etmekten aciz performansı ve vurdumduymaz tavırları bir araya geldiğinde Arsenal'in ne kadar şanslı olduğunu bir kez daha gözler önüne sermiş oluyoruz...

21 Ağustos 2009 Cuma

Hollanda - Jupiler League

Hollanda Jupiler League diğer ismiyle Eerste Divisie, Hollanda 1.Ligi demek aslında. Ancak aynı Türkiye'deki Bank Asya 1.Ligi gibi bu lig de ülkesinindeki en üst düzey ikinci lig oluyor.

Sohbete dahil etmeye çalıştığım çoğu muhabbetlerde hemen susturuldum, neden bahsediyosun dostum benzeri yüz mimiklerine maruz kaldım çoğu zaman. Bu ligi takip eden kişi sayısının az olduğunu sonucuna varmamın en önemli sebepleridir biraz önce saydıklarım. Zaten takip edenlerin çoğunluğu da iddaa severler diye düşünüyorum.

Ligdeki maçları justin.tv sayesinde arada sırada takip ediyorum. Öyle taktik savaşlarının, santanç hamlelerinin olduğu futbol maçları görmek pek mümkün değil aslında. Peki bu ligi neden mi seviyorum? Aslında cevap çok basit, bol gollü (4-3, 4-4 hatta 6-5'lik skorların gerçekleştiği) maçlara sahne oluyor Jupiler biralarının sponsor olduğu bu lig.

Sizi daha iyi bilgilendirebilmek için uzun hesaplamalar sonucunda lig hakkında bir kaç istatistik sunuyorum izninizle.

2008-2009 sezonunda, 20 takımlı bu ligde toplam 380 maç oynandı. Bu maçların yaklaşık %47'ye takabül eden 178 maçı ev sahibi takım kazanırken 105 maçı (yaklaşık %28) deplasman takımları kazandı. Bu 380 maçta toplam 1067 gol atıldı. Bu da maç başına 2.81'lik muazzam bir gol ortalaması yapıyor.

Benim bu ligde anlamadığım tek şey Eredivisie'ye terfinin bu kadar zor olması. Takımlar 38 maçlık uzun bir maratonu bitirdiklerinde içlerinden sadece ligi birinci sırada bitiren takım bir üst lige direkt katılma hakkına sahip oluyor. Ancak ligi 2 ile 9.uncu bitiren takımlar, Eredivisie'nin 16 ve 17'inci sırasındaki takımlarının da yer aldığı bir playoff sisteminin içinde buluyorlar kendilerini. Bu sistem önceki yıllarda çok daha karışıkmış aslında. Ligi 6 periyoda bölüp her periyod liderleri playoff oynamaya hak kazanıyormuş ve puan ile atılan ve yenilen gollere göre bir sıralamaya tabi tutularak birbirleriyle eşleştiriliyormuş. Bunu ilk duyduğumda federasyonun başındaki adam kesin matematik profesörü diye düşünmüştüm. Araştırdım, değilmiş :).
Jupiler League maçları cuma günleri oynanıyor çoğunlukla. Cumartesi maçlarıyla nadiren karşılaşıyoruz. 20o9-2010 sezonunda da bu alışkanlık değişmedi. Ligin değişmeyen bir özelliği de bol gollü maçlara sahne olması. 2.haftasının geride kaldığı, bu akşam 3.hafta maçlarının oynanacağı ligde 20 maçta 67 gol sesi çıkarken, maç başına 3.35'lik bir gol ortalamasına ulaşıldı.

Ligi takip etmenizi tavsiye ediyorum. Bol gollü maçlar izlemek insanı mutlu ediyor. Birinci ligleri geçtik, bir de ikinci ligleri mi takip edeceğiz derseniz, sizi bu ligi takip etmeye "bahis ve 2.5 üstü" kelimeleri ile çekebilirim sanırım...

(not: Go Ahead Eagles favori takımımdır ve Overmars'ı (!) o forma altında görmek şaşırtıcı olmuştur benim için.)

La Liga 1. Hafta

Los Galacticos...

La Liga, Real Madrid ile özdeşleşen Los Galacticos ünvanını lig genelinde ele geçirmek üzere bu sezon. Ligde oynayan oyuncuları göz önüne getirdiğimizde haksız olmadığım ortaya çıkıyor.

1. hafta için izlemeyi en çok istediğim maç Bilbao-Espanyol maçı olacak. Bask seyircisinin Espanyol takımı futbolcularına, taraftarlarına ve en önemlisi Dani Jarque için büyük ve saygı duyulacak bir karşılamaya hazırlandığından eminim...

Ne NTV ne de NTVspor yayın akışlarında gelecek hafta sonunda yayınlanacak maçlara ilişkin bilgi bulunmuyor ne yazıkki !!!...

Yayın detaylarının bulunmadığı La Liga 1. hafta programı huzurlarınızda...

29 Agustos Cumartesi
21.00 Real Madrid vs. Deportivo La Coruna
23.00 Real Zaragoza vs. Tenerife

30 Agustos Pazar
18.00
A.Bilbao vs. Espanyol
Málaga vs. A.Madrid
Mallorca vs. Xerez
Racing Sandanter vs. Getafe
Osasuna vs. Villarreal

20.00 Valencia vs. Sevilla
22.00 Almería vs. Valladolid

31 Agustos Pazartesi
23.00 Barcelona vs. Sporting de Gijón

20 Ağustos 2009 Perşembe

60 milyon sterlin mi? (!)

Galatasaray'ın bir sezon Premier League altında geçirmesini çok isterdim. Ama neden İngiltere sorusu akıllara geliyor hemen. Dün akşamki Burnley - Manchester United maçında tekrar aklıma geldi bu soru. Neden İngiltere Premier League, neden Seria A ya da Bundesliga değil veyahut La Liga? Premier League cevabına ulaşmak için öncelikle diğer liglerin nerede kaybettiklerini yazacağım.

Ligue 1

Fransa liginin güzel tek bir tarafı yok bence. Sıkıcı, bunaltıcı, insanın ömründen 90 dakikaları teker teker çalan bir lig. (ps: S.Etienne maçları hariç)

Seria A

Ben bu ligi severim aslında. Temposuz maçlar olur ama bu maçlarda kemik sesleri duyulur. Teknik direktörler akıllıdır, futbolu bilir ve oyunu çok iyi kitlerler. Seria A'nın elenmesinin sebepleri öncelikle efsanevi tribünlerden eser kalmaması. Turkcell Super Lig gibi seyirci sayısındaki büyük düşüş ve en önemlisi İbrahimoviç'in bu ligi bırakması. Bu konu hakkında bir yazı yazmayı düşünüyorum aslında. Dünya futbolu içinde en çok beğendiğim hatta taptığım adamdır aktif futbolcular içinde. Ama gel gör ki, taptığım adam sevmediğim, antipati duyduğum Barcelona formasını geçirdi üstüne. Off oofff, tam efkarlık...Sevgilinin seni terkedip düşmanınla çıkması gibi bir şey olsa gerek... Neyse, kısacası Calcio Seria A da elendi.

Bundesliga:

Almanya'da futbolun iki güzel tarafı var. Bunlardan birincisi, yayıncı kuruluşun çok başarılı olması. Maçlardaki kamera açılarılarının yönetimini çok iyi becerdikleri için hiç bir pozisyonu kaçırmıyorsunuz. Zaten bu konudaki başarıları 2006 dünya kupası ile tescillendi. İkinci ve en önemli nokta taraftarlar...

Ligin en kalbur üstü takımlarının da, ligin dibine demir atmış takımlarında seyirci destekleri destansı. Takımlarını hiç bir zaman yalnız bırakmıyorlar. Bundesliga maçlarını izlerken tribünlerde boşluk bulmak neredeyse imkansız. Belki bu sene tribünlerde boşluk olabilir, bilmiyorum çünkü TRT'nin berbat görüntğ kalitesi ve spikerleri sayesinde bu ligi takip etmeyi bıraktım.

Ancak, ligdeki oyuncu kalitesinin düşük olması, özellikle son 2 sezondur temposuz maçların sayısının artması Bundesliga'ya Premier League'nin gerisinde bırakıyor.

La Liga

Bu sene bu ligi izlemek zevkli olacak aslında. Seyirci sayısında gözle görülür bir artış var son bir kaç sezondur. Oynanan futbolun kalitesi için de aynı şeyleri söylemek mümkün. Real Madrid'in yaptığı çılgın (bknz: hayvani) transferler, Barcelona'nın oynadığı uzay futbolu, Valencia kadrosu, Bask, Katalan, Madrid üçgeni içindeki çekişmeler... Hepsi ligin artıları arasında. Ancak, ligin ilk 6-7 sırasının oluşturan takımların maçlarının Turkcell Süper Lig maçlarından hiç bir farkı yok. İşte bu yüzden La Liga için de koca bir çarpı koyduk.

Premier League

Adamlar yapıyor kardeşim. Lig her anlamıyla muhteşem. Bundesliga'yı aratmayan bir taraftar kitlesine (tek dezavantajları genelde tek bir tezahurata sahip olmaları; Come on Chelsea, Arsenal, Burnley... vb.) sahipler. Oyuncu kalitesi Premiera Liga gibi üst seviyede, maçlardaki görüntü kalitesi, maçın yönetimi de çok başarılı ama en önemlisi temponun yüksek oluşu. Gerçekten de futbolun beşiğidir İngiltere. En alt ligden en üst lige karar, tempolu oynarlar futbolu. Kanatları en iyi kullanan ekolün torunlarıdır her biri. Kanat futbolunu onlardan daha iyi kimse oynayamaz (messi'nin varsa o ayrı tabi). Lig yönetimi, bu ligin pazarlamasını çok başarılı yapıyorlar. Yayın hakları, telif hakları derken, ligin saygınlığı artarken, kulüpler de kasalarını dolduruyorlar. Takımların forma reklamlarından, taraftar shop'lardan kazandıkları da bunların cabası... Adamlar, yapıyorlar kardeşim dedirtiyorlar resmen. Premier League'e ayak bastı parası olarak 60 milyon sterlin vermek nedir ya?. Şampiyonlar ligindeki ayak bastı parasının yaklaşık 6 katı. İşte bu yüzden seviyorum bu ligi. Galatasaray'ın 1 sezon bu ligde oynamasını ister bu deli gönlüm. Tempolu bir lig, dolu stadlar, GS Store'dan gelecek paralar... Bir de ayak bastı parasını verirlerse, al sana borçsuz bir Galatasaray :).

19 Ağustos 2009 Çarşamba

Lehmann ve Anılar...

Jens Lehmann, bence dünyanın en kötü en yeteneksiz büyük takım kalecilerinden biridir. Bu adama neden bu kadar kredi verildiğini, neden büyük takımlarda ilk kaleci olma fırsatı tanındığını anlayamadım nacizane hayatım boyunca.

Hani bir iki maç kötü oynasa, tamam be yanılıyorum dicem ama tek bir harika maçını hatırlamıyorum (hatırlayan varsa bilgi verirse sevinirim) ne yazıkki. Belki Schalke 04 kariyeri boyunca iyi maçlar çıkarmış olabilir, ancak Schalke dönemleri 4-7 yaş aralığıma denk geldiğinden hatırlayamıyorum :).

Lehmann'ın en iyi maçını (ki bence harikalar yaratmamıştır) 1997 yılındaki UEFA kupası finalinde İnter'e karşı oynamıştır.

Lehmann Schalke'den sonra kısa bir AC Milan macerası yaşayarak Almanya'ya döndü, fakat bu sefer Schalke yerine Dortmund'u tercih etti.

Dortmund kariyeri şampiyonluk sığdırmasına rağmen hatalı goller yemeye devam etti. Hatta bu hatalı gollerin yanında rakip futbolculara attığı "uçan tekme", "çaktığı kafalar" gibi enteresans hareketlerde bulunmuştur.

Lehmann denince, şöyle bir gözlerinizi kapamanızı rica ediyorum. Ben her kapadığımda, önüme Hagi'nin inanılmaz golü ve Lehmann'ın dizlerini kırmış, bir eli havada diğeri vücuduna paralel duruşu. Sadece o an sevmiştim bu kerata kaleciyi.

Lehmann, A.Wenger'in yaptığı en aptalca (!) transfer olarak tarihe geçmiştir kesinlikle. Bu adamı nasıl oldu da Arsenal'e transfer etti anlamıyorum. Bütün Arsenal kariyeri boyunca saçma sapan goller yedi. Hani senede 1 tane yer anlarım, ama Jens en az 3-4 hatalı gol yedi sezon başına. Hele biri var ki, aklıma geldikçe gülüyorum.


Lehmann bu gol sonrasında yaklaşık 4 ay boyunca formayı bir daha geri alamamıştır. Ama adam şanşlı olduğu için Almunia'nın sakatlanmasıyla formayı geçirmiştir üstüne. Sonrasında çıkardığı başarısız maçlar sonunu hazırlamıştır. Arsenal kariyeri 2007 sonu itibariyle bittiğinde akıllarda kalan tek önemli nokta 2005-2006 yılında Şampiyonlar Ligi'nde 10 maç gol yemeyerek rekor kırmış olmasıdır. Ancak, ben bu başarıda Arsenal defansının payının çok daha büyük olduğunu düşünüyorum.

Arsenal'den ayrıldıktan sonra Stuttgart'a transfer olan Jens Lehmann, burada da enteresan goller yemeye devam etmiştir. Örneğin Stuttgart ile Varna arasında oynanan UEFA kupası maçında yediği gole bakmanızı öneririm.

(Bakınız : http://www.youtube.com/watch?v=77MCtDDLEeU)

Benim asıl anlam veremediğim Lehmann'ın kendine olan güvenidir. Her fırsatta Oliver Khan'dan daha iyi kaleci olduğunu, Almanya Milli Takımı'nın bir numarası olması gerektiğini söyleyip durmuştur. Allah yine yardım etti de, Kahn 40'ına dayanmadan bıraktı futbolu, kaleyi devraldı Jens.

Almanya Milli Takımı ile fena maçlar çıkarmamış olabilir, ama biz onu o forma altında Uğur Boral'dan yediği gol ile hatırlayacağız bir ömür boyu.

Futbolu bırakma kararı alması harikadır, enfestir, hatta süperdir. Ama inşallah kaleci antrenörü olmaya kalmaz da kurtuluruz hepimiz.

Güle güle Lehmann. Güle Güle...

Hagi'den sevgilerle.