17 Nisan 2010 Cumartesi

Once upon a time... ("bir zamanlar")

Maicon, Naptın Oğlum?

Bu geceki Inter - Juventus maçından aklımıza kazınacak güzellikte bir gol çıktı Maicon'dan. Önce topu bir güzel kontrol etti, sonra Amauri'yi pazara yolladı, sonra sağ dizi ile topu yumuşatıp o mübarek sağ ayağının dışı ile topu Buffon'un sağından ağlarda gönderdi.

Bu arada gecenin bir da sağmal ineği (daha doğrusu öküzü) vardı. Kim mi? Tabiki Sissokko... İlk yarıda berbat top oynadı ve bağıra bağıra kırmızı kartı yedi ve takımı 60 dakika 10 kişi oynamaya makum etti.

12 Nisan 2010 Pazartesi

Karabüksporlulardan Geliyor "Turkcell Süper Lig Hiç Bitmesin"

Bir Tribünün Çöküşü!!!

Yenilsen de, yensen de
Taraftarın seninle,
Üzüntünde, sevincinde,
Seninle birlikte….

İşte buydu Kapalı’yı numaralıdan farklı kılan. İstanbul’daki ve Kapalı’daki 8’inci senemde her mağlubiyetten sonra bu tezahüratı duydum ben. Bu yüzden sevdim Kapalı’yı, bu yüzden deliler gibi bağırdım her maçta… Alparslan Abi’nin ölümünde bu yüzden ağladım dakikalarca…

Ama dün gece, bambaşka bir Kapalı gördüm ben. Hem de hiç sevmediğim, hayatımda bir daha tanık olmak istemediğim bir ruh halinde… 6-0 yenildiğinde Fenerbahçe’ye, bağrına basmıştı bu takımı dün herkesi ıslıklayanlar.

Ne oldu, neden oldu bilmiyorum ama ben dün ilk defa maçı yarıda bırakıp terk etmek istedim orayı. Hatta buna da kalkıştım ama Ali Sami Yen’in koridorlarına girdiğimde başkalarına kızıp takımı yalnız bırakmayı yediremedim kendime ve geri döndüm.

Takımın bu gidişatına tepki konulması gerektiği konusunda herkes ile hemfikirim. Takımda bir şeylerin ters gittiği ve kendilerine gelmeleri için harekete geçilmesi gerektiği belli. Sami Yen, deplasman demeden her maça gelen, bazen polis dayağı, bazen biber gazı yiyen, sevgilisiyle sırf Galatasaray yüzünden kavga eden, kombinesini kredi kullanıp alanlar, takımlarından sadece biraz saygı bekliyorlar çünkü. İstedikleri tek şey bu aslında. Ancak ne yazık ki bunun verdiği hırs ve kızgınlık ile kendilerini kaybedip hayatları boyunca daima pişmanlık duyacakları hareketler yaptılar. Bu şekilde ve böyle bir tepki verilmemeliydi.

Fenerbahçe maçında takımı ruhsuz oynamak ile suçlayanlara birkaç sözüm var aslında. Maçtan 7-8 saat önce içmeye başlayıp, tribüne zilzurna sarhoş giren, maçta toplasan bir dakika bağırmamış olanlar, sırf para hırsı yüzünden kombinesini bir maçlığına 500-600 TL’ye kiralayanların buna hakkı yok işte. Takımına karşı görevini yerine getirmeyenlerin, takıma küfür etmeye de tepki göstermeye de hakkı yok.

Dün akşam beni utandıran, üzen en önemli şey ise Arda’ya gösterilen tepkiydi. Kız arkadaşı ile sinemaya gitti diye, son haftalarda sakat olduğu için oynamayan ama buna rağmen Fenerbahçe maçında daha da ciddi sakatlık yaşama riskine karşı oyuna girmek için hocasına yalvaran Büyük Kaptan’a kimsenin laf söylemeye hakkı yok. Metin gibi oynayan tek adamken, tüm benliği ile renklere için savaşırken, kimsenin yok. Kimsenin Arda’ya tek bir laf etmeye hakkı yok!!!
Bu arada numaralıya da helal olsun. Belki de hayatlarındaki en doğru hareketi yapıp, takımlarına sahip çıktılar.

Şunu merak ediyorum. Bu hafta derbiden bir beraberlik çıksa ve Bursaspor da puan kaybetse ve biz de Manisa’dan 3 puan ile dönsek, Ali Sami Yen’deki Bursaspor maçında yine bu tepkiyi koyabilecekler mi?

Allah’tan tek dileğim var, o da bu sene şampiyon olmak. Ama bu istek şampiyonluğa olan arzudan, onun getirdiği mutluluktan değil. Dün takımı ıslıklarken, şampiyonluk geldiğinde takımı bağrına basacak olan iyi gün dostlarını tanıyabilmek için..

Bu satırları okuyup, bu yazının altına imza atmayacak harbi Galatasaraylı yoktur diye düşünüyorum...

Ali Sami Yen'de...

İlk defa Kapalı'da olduğumdan utandım dün akşam. Ali Sami Yen'de tanık olduğum olaylar hakkında bu gece uzun uzadıya bir yazı yayınlayacağım. Ama ondan önce, dün akşam Arda'ya tepki gösterenler için gelsin..

Bu adam hepinizden daha fazla Galatasaray'lı. Sizler Fenerbahçe maçı öncesinde kafaları çekip, maç boyunca susup tezahürat yapamazken, o adam sakat sakat oynadı korkusuzca.

Bu takımda bazı futbolcuların tepkileri hakettiğinde hem fikiriz ama Büyük Kaptan konusunda değil.

11 Nisan 2010 Pazar

Alkışlar Pellegrini'ye...

Ailemizdeki futbol sevgisi Galatasaray’ın üzerine kurulmuştur. Babamın sayesinde oğulları olarak kardeşim ve ben Galatasaray ile futbolla tanıştık, futbolu sevdik ve sonunda da bizi futbolla tanıştıran bu takıma aşık olduk. Küçücük yaşlarda kendimizi deplasman maçlarında bulduk işte sırf bu yüzden. Yaş büyüdükçe sevgi daha da arttı, sevgi arttıkça yollar kısaldı ve hafta sonları Bilecik’ten İstanbul’a, mabede gelen fanatikler haline büründük. Baba ve oğulları olarak aynı renklere gönül vermenin getirdiği yakınlığı yaşadık ve hala da yaşıyoruz. Galatasaray yenildiğinde hep beraber üzülürken, her galibiyette birlikte seviniyoruz. İşte bu yüzden güzel belki de futbol, aileyi birbirine daha da kenetlendirdiği için.

Eminim ki şu an çoğunuzun içinden, “Alkışlar Pellegrini’ye” başlıklı bir yazıda bu adam ne anlatıyor böyle diyordur. İşte bu yüzden hemen olayı El Clásico’ya bağlıyorum.

Baba ve oğulları arasındaki futbola dair tek çatışmadır El Clásico’nun kahramanları. Babam ve kardeşim Barcelona taraftarıyken, bendeniz Real Madrid fanatiğimdir uzun yıllardan beri. Bu yüzden de bu iki takım karşılaştığında Galatasaray – Fenerbahçe heyecanına benzer bir heyecan hakim olur ailede. Dün akşamki mücadele öncesinde de durum pek değişmedi. Önce memleketten babam arayıp, bu akşam sizi şöyle yaparız, böyle yaparız deyip sinir katsayımı yükselti. Ardından da evde bekleyen kardeşimin Messi hayranlığını abarttığı saçma sapan yorumları çıldırttı beni. Ama uzun süreden beri ilk defa bu kadar emindim Barca’yı eli boş göndereceğimizden ve bu yüzden cevap verme tenezzülünde bulunmadım. Takım bu sezon evinde oynadığı maçlarda tek bir puan bile kaybetmemişken, Ronaldo’nun ve Higuain’in yüksek formları gaza getirmişti belki de beni.

Ancak, Pellegrini denen Şili'li (edit) sağolsun, bütün ümitlerimi yıktı ve bu sezon sevinmek için son şansım olan Real Madrid galibiyetini ellerimden çekip aldı. 2 Diarra’yı birden kenara bırakıp Gago ile başladı oyuna ve utanmadan sıkılmadan Ronaldo’yu da sol açıkta oynattı. Sırf bu yüzden sağ kanattan tek bir kez bile tehlikeli atak geliştiremedik maç boyunca. Sol kanatta da Ronaldo hep ters ayakla almak zorunda kaldı topları, ve bu nedenle etkili de olamadı. Marcelo’nun harika (!) pasları da Higuain’in işini bitirince mucizelere kaldığını anlamıştık galibiyetin. Ama yine de bir umut besledim içten içe. Pellegrini belki ilk defa kafayı çalıştırır da Guti ile Benzema’yı sürer oyuna, Gago’dan da kurtuluruz dedim durdum. Benzema’yı oyuna sürüp onu sol açığa çekecek, Ronaldo sağ açığa kayacak ve Guti’de pas trafiğini yöneterek gol atmamızı sağlayacaktı böylelikle. Ama bu adam önce Marcelo'yu çıkarttı, sonra da Higuain'i. Torpilli Gago’yu da 90 dakika sahada tutarak sonun gelmesinde katkıda bulundu. Diğer tarafta ise Xavi resitali vardı. Messi’nin bu kadar abartıldığı bir dünyada neden kimse bu adamın hakkını teslim etmiyor anlamıyorum. Messi’nin bu sezon attığı çoğu golde, tıpkı dün akşamki maçta yaptığı gibi akıllara zarar ara pasları veren bu adamdan başkası değil.

Bu sezon elde var sıfır. 2 Fenerbahçe, 2 Barcelona mağlubiyeti. Zaten daha fazlasını da kaldıramaz bu bünye. Yeter artık dalga konusu olduğumuz. Arkadaşların dalga geçmesi koymuyor ama babam ve kardeşim de bunu yapınca acı veriyor artık :).

Ve sonuç olarak, yine bana hüsran, yine bana hasret var…