7 Kasım 2009 Cumartesi

KEWELL from Galatasaray..!

Futbola, futbol takımına, o takımın renklerine ve bazen de futbolcularına olan bağlılık çoğumuz için büyük önem taşıyor. Öyle ki, bir kızla tanıştığımızda hangi takım taraftarı olduğu sormadan edemeyiz ya da işe alım sırasında adaydan okuduğu okul yerine tuttuğu takımı söylemesini isteriz. Hatta bu bağlılık ve sevgi o kadar kuvvetlidir ki, beraber olduğumuz insanlara olan sevgimizi tasvir ederken bu sevgiyi bir karşılaştırma öğesi olarak kullanırız; “seni Galatasaray’ı sevdiğim gibi seviyorum”, ya da “sana duyduğum sevgi sarı lacivert renklere olan sevgimden daha da yüce” gibi… Kısacası futbol, çoğumuz için bir hayat, taraftarı olduğumuz takım ise kalbimiz ve o kalbe giden atardamarlarımızdır.

Günlük hayatta ne kadar sakin, küfüre ve kavgaya karşı olursak olalım , gönül verdiğimiz renkler için yeri geldiğinde bağırıp çağırır, ağıza alınmayacak küfürler edip kavga ederiz. En yakın dostumuzla küsmeyi bile göze alabiliriz. Çoğu kadın ve bazı erkekler futbola olan tutkumuzu yadırgarlar. Bir topun peşinde koşan 22 adam için yeri geldiğinde ağlayan, sarhoş olan, yeri geldiğinde de sevinç çığlıkları atan bizleri anlamadan izlerler.

Ancak, bizim için bir yaşamdır futbol. Bıraksalar haftanın her günü her dakika futbol maçı izleyebiliriz. İşte bu tutku yüzünden takımımızın oynadığı maçların özetlerini bıkmadan, usanmadan defalarca izleyip, her seferinde o 1’er dakikalık görüntülerde farklı şeyler bulabiliriz.

Futbol öyle bir tutkudur ki, bazen hiç görmediğimiz ve izleme fırsatına erişemediğimiz Metin Oktay için besteler yapar, doğum günlerinde ve ölüm yıl dönümlerinde mezarının başına gidip O’nun için dua ederiz. Maçlarda Metin gibi oynayın diye bağırırız. Tıpkı benim yaptığım gibi, elini formasının tam da kalbinin hizasına gelen Galatasaray ambleminin üstüne koyduğu fotoğrafını evimizin duvarına asar, bilgisayarımızın arka planı yaparız.

Futbol öyle bir tutkudur ki, yaradılış olarak “Seni Seviyorum” kelimelerini bir araya getirmekten kaçınan, bu sözleri söylemekten çekinen bizler, yan yana gelip hep bir ağızdan “I Love You Hagi” diye avazımız çıktığı kadar bağırabiliriz. Trabzonspor maçından sonra, kaçan şampiyonluğun değil, onu bir daha izleyemeyecek olmanın verdiği üzüntü ile ağlarız saatlerce.

Futbol öyle yalandan değil, harbiden bir tutkudur. İşte bu yüzden, gözümünde ve kalbimizde her bir her futbolcunun yeri aynı değildir. Metin Oktay’ı, Hagi’yi, Can Bartu’yu ya da Pascal Nouma’yı ayrı bir yerinde tutarız kalbimizin. Bizim tutkumuzu paylaştıkları, kalplerimizi de kendi kalplerinin bir parçası olarak görüp tüm benlikleri ve ruhlarıyla savaştıkları için...

Büyük ihtimalle çoğunuz içinizden bu adam neden bahsediyor böyle diye geçiriyordur. Yazının başlığında “Kewell from Galatasaray” yazarken neden şu ana kadar Kewell’ın adının geçmediğini düşünüp duruyordur.

O zaman yazının uzuuuuunnn giriş bölümünü bitirip asıl konudan bahsetmeye başlayayım.

Bir gün ofiste çalışırken kardeşim aradı beni. “Abi, galatasaray.org’a bak“ diyordu heyecandan titreyen sesiyle…İşi gücü bırakıp hemen oturdum bilgisayarın başına ve dediğini yapıp girdim resmi siteye. Sitenin girişinde “Kewell Galatasaray’da!” yazdığını gördüğümde içimi bir heyecan ve mutluluk kapladı bir anda. Büyük bir başarıydı O’nu Galatasaray’a getirebilmek. Takıma önemli katkılar yapacağından hiç şüphem yoktu . Ancak, kendisi için bu satırları yazacağım aklımın ucundan bile geçmezdi.

Ali Sami Yen’de ilk kez bizlerle buluştuğunda en az bizim kadar O da heyecanlıydı. Sabri’nin tarif ettiği gibi yanımıza gelip yumruk şovunu yaptı yüzündeki gülücüklerle. O ilk maçta attığı golle de bizlere fevkalade bir hediye ile "beni önemseyin" mesajını verdi.

GS Mobile reklamında dediği gibi bazen yere düştü, yere düşürüldü ama hiçbir zaman savaşmaktan kaçınmadı. Skibbe’nin O’nu 70.dakikadan sonra oyundan çıkarttığı her maçta oyundan çıkarken 20 dakika daha savaşamadığı için üzüldüğünü gösterdi bizlere.

Bordeaux maçındaki golü gibi önemli gollere imza atarken, bazen stoper olarak oynayıp takımı için her şeyi yapabileceğini kanıtladı herkese. Yedek kaldığında küsmedi kimseye, sırası geldiğinde çıkıp oynadı gücenmeden. Ben ve benim gibi çoğu Galatasaraylı için ilah olma yolunda yavaş yavaş ilerledi kimseye çaktırmadan.

Harry Kewell’ın kişiliği ve futbol karakteri hakkında bu kadar kafa yormamıza da gerek yoktu aslında. Bu kadar çabanın yerine Avustralya Profesyonel Futbolcular Birliği tarafından verilen yılın genç oyuncusu ödülünün ismine yani “Harry Kewell Medal’a (Harry Kewell madalyası)” bakmak yeterliydi.

O’nu, Metin Oktay ve Hagi ile aynı mertebeye çıkarmamdaki nedenler sadece yukarıda yazdıklarım değil aslında. 2 sezondur Galatasaray her gol attığında her gol sevincinde onu arıyor gözlerim. Çünkü gollerden sonra takım ile bütünleşip o kadar güzel ve içten gülüyor ki hissediyorsunuz duyduğu mutluluk ve hazı. Bunun için çok geriye gitmeye de gerek yok. Dinamo Bükreş ile Ali Sami Yen’deki ilk maçta attığı gol sonrasında Servet ile paylaştığı gol sevincini ya da aynı takımla deplasmanda oynadığımız maçta önce kendisinin, sonra da Nonda’nın attığı gol sonrasındaki gülümsemesini hatırlayın.

Kewell’ın onca gol sevinçleri içinden biri var ki, eğer izlemediyseniz lütfen hemen izleyin. Mehmet Topal’ın harika golü sonrasında herkes Topal’a sarılıp onu kutlarken Kewell, Mehmet’i dürtüp ellerini açarak mimikleriyle “Ne yaptın olum sen?” diye sorarken hem benim, hem Galatasaraylıların hem de çoğu futbolseverin tebessüm etmesine neden oldu.

Güzel bir İstanbul akşamında, sahilde oturmuş Boğaz’ı izlemenin verdiği duygu yoğunluğunun da etkisiyle Kewell’ı sevmek için yüzlerce neden daha sayabilirim aslında. Ama ne yazık ki yavaş yavaş son noktayı koymam gerekiyor.

Sergen Yalçın’ın yaptığını yapmayıp, yeteneğini sadece kendisine saklamayarak bizlerle paylaşan, gösteriş budalası bazı futbolcular gibi “Ben, yalnızca ben…” demeyen, hem kendisi hem takımı için elinden geleni yapıp, hiçbir zaman kaliteli kişiliğinden ödün vermeyen, tribünlere bencilce şovlar yapmak için değil, kendisinin veyahut takımının attığı goller sonrasındaki sevincini paylaşmak için giden Kewell için “Seni Seviyorum” demeyeceksem bencillik yapmış olmaz mıyım?

5 Kasım 2009 Perşembe

1 Serbest Vuruş ve 4 Kaleci

Fotoğraf Berbatov'un Tottenham Hotspur forması giydiği döneme ait, pek yeni sayılmaz yani. Spurs ile Arsenal ile Kuzey Londra derbisinde Emirates stadında karşılaşıyorlar. Skorboard 5. dakikayı gösteriyor. Top Berbatov'un ayağından henüz çıkmış. Almunia önce serbest vuruşun kullanılmasını bekliyor, daha sonrası barajdan geçen topun yönünü tayin ediyor ve sonrasında...

Şampiyonlar Ligi ve Fransızlar

Star TV'nin hizaya gelip eski yayın politikasına dönmesi ile birlikte Şampiyonlar Ligi şölenini tekrar hissetmeye başladık bu hafta. Önce, gerçek bir futbol müsabakasından çok PES2010'da bir maçı andıran ve futbolcuların daima depar halinde (joystick => R1 tuşu) olduğu Rubin Kazan -Barcelona mücadelesini izleme fırsatı bulduk. Rubin Kazan takım savunmasının nasıl yapılacağını konusunda herkese güzel bir ders verdi. Bu maçın kasetlerinin La Liga'daki tüm takımlara tekrar tekrar izlettirirmesi gerekiyor kesinlikle.

Top yekün defans ve hücum şeklinde geçen maçın hemen ardından 3 haftada topladığı 3 puanla tekrar iddaalı duruma gelmek için mutlak galibiyet almak zorunda olan Liverpool ile tuzu kuru O.Lyon arasında Fransa'da oynanan maçı geçivermiş bulduk kendimizi.

Maçın ilk dakikaları esnasında bir kötü futbol oynanacak hüzünü kaplamıştı içimi. İki takımda tempo yapmıyor, hata yapmaktan kaçınıyordu. Ama özellikle 20.dakikadan sonra daha tempolu, daha sert ve daha kaliteli bir hala büründü sahadaki mücadele. Kuyt, Torres ve Voronin ile öne geçme fırsatını kaçıran Liverpool, defans hattında zaman zaman zorlandı.

İkinci yarıda Liverpool daha atak futbol oynamaya çalışırken geride bol bol açık verip kontra ataklarla çıkmaya çalışan Lyon karşısında zor anlar yaşadı ve bu tempo sonunda yorularak oyundan düşmeya başladı. Ancak Babel'in Emre Tilev'in tabiriyle muhteşem, harika, fevkulade golü ile öne geçti son dakikalarda. Gol sonrasında bir anda gruptan çıkmak için iddaalı duruma gelen Liverpool'u yakan ise Benitez oldu. Sakat olmasına rağmen ilk onbirde sahaya sürdüğü Torres'i oyundan alıp, takımın psikolojik olarak geri çekilmesine neden oldu. Bu nedenle de defansta 2 dakika içinde 2 hata yaptılar ve uzatma dakikalarında Lisandro Lopez'in golü ile yıkıldılar. Diğer tarafta ise bir üst tura çıkmanın sevinci yaşanmaya başladı.

Fransızlar için Şampiyonlar Ligi genellikle pek iç açıcı geçmemiştir geçmişte. Ancak bu sezon, daha 4. haftalar tamamlanmışken hem Bordeaux hem de O.Lyon bir üst turu garantiledi, Marseille ise hala bir üst tur ümidini taşıyor...

Yazıyı bitirirken maçı izleyen çoğu futbolseverin dikkati çektiği düşündüğüm bir noktaya değinmek istiyorum. Artık bütünleştiği Carlsberg reklamından yoksun Liverpool forması ile yine reklamsız O.Lyon forması. Fransızların cinsliklerinin ürünü olan yerel kanunlarına göre alkol firmalarının reklamlarına izin verilmiyormuş. Bu nedenle Liverpool'un Carlsberg'siz formasını görmüş olduk.

Peki O.Lyon'da neden reklam yoktu?

O.Lyon'un bu sezonki formasında aslında BetClic adlı bir bahis sitesi reklamı bulunuyor. Ama Fransızlar bahis sitesi reklamlarını da yasakladıkları için hem Fransa Ligi'ndeki bütün maçlarda
hem de Şampiyonlar Ligi'ndeki iç saha maçlarında reklamsız formalar ile sahaya çıkıyorlar.

O.Lyon yönetimi de ayrı bir cins gerçekten...

Eeee, ne de olsa Fransız (!)

4 Kasım 2009 Çarşamba

Porto Kicks (!) Atletico Madrid...

Şampiyonlar Ligi 4.hafta maçlarına bu gece oynanan maçlarla start verildi. Kaka'nın San Siro'ya tekrar ayak basması dolayısıyla farklı bir anlam yüklenen C grubu maçında AC Milan ile Real Madrid yenişemediler. Bu sonuçla, Seria A'da kabuslar gören Milano ekibi, Şampiyonlar Ligi'ndeki toz pembe rüyasına devam ediyor. Bu grubun diğer maçında Marseille, Zurich kalesini gol bombardıma tutarak altıladı rakibini ve gecenin en farklı galibiyetine imza atarak tur şansını sürdürdü.

B grubunda Beşiktaş Wolfsburg'a 3-0 mağlup olarak gruptan çıkma şansını yitirdi. Avrupa Ligi için matematiksel olarak hala şansı var ancak realistik olmak gerekirse Beşiktaş bu grubu 1 puanla sonuncu bitirir. Ne, Manchester United ne de Old Trafford'da 3-1 öne geçen ancak skoru koruyamayarak 3-3'lük beraberlik ile Rusya'ya dönen CSKA Moskova karşısında puan ya da puanlar çıkartabilirler bu oyun anlayışlarıyla.

A grubunda Bordeaux deplasmanda Bayern Munich'i 2-0 mağlup ederek önünde daha iki maç olmasına rağmen gruptan çıkmayı garantiledi. Bu grupta Juventus ile Bayern Munich diğer bilet için kapışacaklar.

D Grubunda Atletico Madrid, Quique Sánchez Flores'in maça yedek kulübesinde başlattığı ve 53. dakikaya kadar burada hapsettiği Agüero'nun 90+1'deki golü ile duble yaptığı maçta Drogba'nın sırtladığı maviler ile 2-2 berabere kalarak gruptan çıkma şansını yitirdi.

Apoel deplasmanında Falcao ile gülen Porto bir üst turu garantiledi. Böylece son 7 sezonda 6. kez gruptan çıkmayı başarmış oldular. Geçtiğimiz sezon 1. turda eleyerek İspanya'ya uğurladıkları Atletico Madrid'i bu sezon da tekme tokat kapı dışarı ettiler. La Liga'daki tüm kapıların da yüzünde kapandığı Atletico'nun önünde kapanmama olasılığı bulunan tek bir kapı kaldı. Apoel karşısında deplasmanda puan çıkartamazlarsa son kapı da kapanır ve alkole verirler artık kendilerini...

3 Kasım 2009 Salı

Uefa Champions League 2009/2010

Yukarıdaki fotoğrafı billsportmaps.com'dan. 2009/2010 sezonunda bu ligde yer alan 32 takımın ülkeleri ve bu takımların ortalama seyirci sayısı hakkında bilgiler yer alıyor...

Birmingham Şövalyesi

Geçtiğimiz hafta sonu oynanan Birmingham City - Manchester City maçına ait olan yukarıdaki fotoğrafın kahramanı Birmingham kalecisi Taylor, kalesini düşmandan gelecek saldırılara karşı korumak için teyakkuz halinde bekleyen Birmingham'lı bir şövalye nidasıyla bakıyor uzaklara...

İşte o Taylor koskoca 90 dakika boyunca tek başına direndi Manchester City karşısında ve şövalye ünvanını fazlasıyla hakettiğini göstererek fotoğrafa ayrı bir anlam yükledi.

2 Kasım 2009 Pazartesi

Okay Karacan

Yaklaşık bir buçuk saattir gözümü kırpmadan Kanal 24'deki Takım Oyunu programını izliyorum. Bu süreçte bir kez daha anladım Okay Karacan'ı neden bu kadar çok sevdiğimi.

Futboldan anlamayan, anlasa bile konuşmasını beceremeyen insanların istila ettiği futbol medyasında saygı duyduğum ender insanlardandır kendisi. Daima mantıklı konuşur, doğruluğuna inandığı bir konuyu bıkmadan usanmadan savunur. Karşısındaki insan ile fikir çatışmasına girdiğinde bile mantığını kaybetmez, olgunca ve sessizce cümlesini bitirmesini bekler bu insanın. Daha sonra da aynen bugün olduğu gibi kendisi için doğru olan düşünceyi uzun uzadıya, yumuşak bir ses tonuyla anlatır.

Bilgin Gökberk gibi hiç susmadan 24 saat boyunca konuşabilecek ve her türlü inatlaşmaya girebilecek bir yorumcu karşısında sessizce bekledi sıranın kendisine gelmesini. Ercan Saatçi'yi savunmaya geçen Gökberk'in bitmek tükenmek bilmeyen cümlesinin sonunun gelmesini sabırla bekleyip daha sonrasında da Ercan Saatçi'nin yaptığı bu hareketin medya mensubuna yakışmadığını mikrofon ve kameranın kutsallığına vurgu yaparak anlattı.

İşte bu yüzden kendisiyle bir kafede oturup uzun uzadıya futbol hakkında konuşmak istiyorum. İnşallah bu dileğim bir gün gerçekleşir ve bu sayfada sizlere aktarırıp muhteşem futbol sohbetini.

Büyük takımların propagandasını yapan, kavga ve dövüş ile reyting peşinde koşan beceriksizler topluluğunun hegamonyasındaki futbol medyasında hala değişmediği için (Murat Kosova'yı, Güntekin Onay'ı ve Ali Okancı'yı da unutmamak gerekir bu noktada) şükranlarımı sunuyorum kendisine...

Canlı maç anlatımları ile hayatımıza tekrar renk katması dileklerimle...

(p.s. Ali Abi'nin blog arşivinden tutup çıkarttığım fotoğraf için kendisinin affına sığınıyorum)

1 Kasım 2009 Pazar

Bülent Uygun vs Muhsin Ertuğral

Bülent Uygun'un bünyede yarattığı nefret duygusu yüzünden Sivasspor'dan da hiç haz almam açıkçası. Burnu büyük bir teknik direktörün yarattığı bu burnu büyük takım, Türk futbolunda tarih yazdıklarını düşündü ve insanlara da bunun reklamını yapmaya çalıştı son iki yıldır.

İki sezon boyunca, Anadolu takımı ezilir, haksızlığa kurban gider polikası ile benim yaptığım iş çok yücedir, ben çok büyük adamım tavırları ile sentezleyen Bülent Uygun'un benzinin biteceği günü iple çekiyordum bu yüzden. Nitelim, dualarım kabul oldu ve Bülent Bey'in aynı anda hem lastiği patladı, hem motoru su kaynattı hem de benzini bitti ve Sivasspor'dan istifa(!) etti.

Cahilliğime verin ama Sivasspor Bülent Uygun'un yerine göreve Muhsin Ertuğral'ın getirildiğini açıkladığında kim bu adam acaba diye geçirmiştim içimden. Ama bu soru meraka dönüşmedi ve araştırma gereği duymadım Muhsin Hoca'yı.

Ama, benim ilgilenmediğim ve hiç önemsemediğim Muhsin Ertuğral bugünkü maçtan sonra öyle bir konuştu ki, kendimden utandım. Araştırılması, hakkkında uzun uzun yazılar yazılması gereken biriymiş meğer. Aşağıdaki açıklamalı kulaklarım ile duyduğumda Bülent Uygun'dan sonra ilaç gibi geldi gerçekten.

"Kalecimizin bir pozisyon hatası olduğunu düşünüyorum. Defans bloğumuzla orta sahamız arasında bir anlaşmazlık vardı. Kalecinin orada topu elinde bu kadar uzun sürede tutmasına bir anlam veremedim. Tepkim hakeme değil, kendi oyuncumaydı. Bence çok fazla tuttu elinde topu. Bunların olmaması gerekiyor. Herkesin işine bakıp konsantre olması lazım. Bence biz kendimize bakalım ve çıkıp top oynayalım. Oyuncularımın biraz daha dikkatli olmaları gerekiyor. Bu takımda bundan sonra böyle şeyler olmayacak!"

Ben kararımı çoktan verdim ama siz de Muhsin Hoca'nın demecini okuduktan sonra karar verin, Bülent Uygun mu Muhsin Ertuğral mu?

Primera Liga İstatistikleri

Dün İngiltere Premier Ligi ile başadığım lig istatistiklerine İspanya Primera ile devam ediyorum.

Geçtiğimiz yıl, Guardiola'nın Barcelona'sı oynadığı uzay futbolu ile bütün kupaları toplarken, Real Madrid tarafında ise bilhassa Santiago Barnebau'daki büyük hezimet sonrasında acıların çocuğu sendromu yaşanıyordu. Juande Ramos bu rezilliği unutturmak için uzay takımına karşı ikinci Los Galacticos dönemini oluşturmak zorunda kaldı. Bu zaruret dünyanın her köşesindeki futbolseverler için enfes bir armağan oldu.

Sezona hem Barcelona hem de Real Madrid çok hızlı girip galibiyet serileri ile kasıp kavurdular ilk haftaları. Ancak, her iki takımda beklenmedik puan kayıplarıyla ufak çaplı şoklar yaşattı futbolseverlere. Şüphesiz bu dönemdeki en büyük şoku (kupa maçlarını bir kenara bırakıyorum) dün akşam Osasuna deplasmanında son dakikada kalesinde gördüğü gol ile 2 puan bırakan Barcelona yaşattı bizlere.

Bugün oynanacak maçlarla 9 haftayı geride bırakacağımız Primera Liga'ya damgasını aldığı kötü sonuçlarla Atletico Madrid vurdu şüphesiz. 9 maç, 4 beraberlik ve 4 mağlubiyetin yanında sadece ve sadece tek bir galibiyet ile 17. sıradalar puan cetvelinde.Aynı zamanda yedikleri 19 gol ile koca ligin averaj takımı olma madalyasını kimselere kaptırmadılar.

İspanya'da toplam 84 maç oynandı şu ana kadar. Bu maçların 43'ünü ev sahibi takımlar kazanırken deplasman takımları 21 kez galibiyetle döndüler evlerine. Bu süreçte toplam 227 gol atılırken maç başına gol ortalaması 2.7 olarak gerçekleşti. Ancak bu istatistik kimseyi yanıltmasın. Geçen senelere göre 2.5 üstü biten maç sayısı çok daha düşük sayılarda kalıyor. Bu ortalamanın tek nedeni Barcelona ve Real Madrid'in yüksek gol ortalamaları...

Barcelona, attığı 24 golle ligin en golcü takımıyken aynı zamanda kalesinde gördüğü 5 golle ligin en az gol yiyen takımı ünvanına da sahip. Ibrahimovic ( nam-ı diğer Il Genio) attığı 7 gol, Messi ise attığı 6 gol ile bu sezon takımı sırtlayacaklarını gözler önüne serdiler bir kez daha.

Ali Sami Yen yollarına düşeceğim için, istatistikleri biraz kısa tutacağım bugün izninizle. Zaten vereceğim bu son bilgi sonrasında bir şeyler karalamanın pek anlamı kalmıyor.

Dünyadaki en önemli golcülerin yer aldığı La Liga'da attığı 6 gol ile Seydou Keita'nın gol krallığında ikinci sırada yer alıyor. Daha bitmedi? Seydou Keita aynı zamanda 2009-2010 sezonunda La Liga'nın hat-trick yapan tek futbolcusu...