Primera Liga etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Primera Liga etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Ağustos 2010 Salı

Madrid'de Bir Türk...

Real Madrid'e imza atan Türkiye'den ilk futbolcu değil ama ilk Türk oldu Mesut. Kendisinin yeteneklerinin abartıldığını düşünüyorum aslında ama eğer José varsa işin içinde bana da kafamı kuma gömmek düşer. İnşallah hayırlı olur kendisi için, biz de Ribery'de Galatarasaylı olan bizlerin izlediği gibi kaçan treni izler dururuz tüm Türk milleti olarak. Real Madrid taraftarı olarak ayrıca haz duydum bu transferden, Barcelona'nın elinden almak güzel his vesselam...

11 Nisan 2010 Pazar

Alkışlar Pellegrini'ye...

Ailemizdeki futbol sevgisi Galatasaray’ın üzerine kurulmuştur. Babamın sayesinde oğulları olarak kardeşim ve ben Galatasaray ile futbolla tanıştık, futbolu sevdik ve sonunda da bizi futbolla tanıştıran bu takıma aşık olduk. Küçücük yaşlarda kendimizi deplasman maçlarında bulduk işte sırf bu yüzden. Yaş büyüdükçe sevgi daha da arttı, sevgi arttıkça yollar kısaldı ve hafta sonları Bilecik’ten İstanbul’a, mabede gelen fanatikler haline büründük. Baba ve oğulları olarak aynı renklere gönül vermenin getirdiği yakınlığı yaşadık ve hala da yaşıyoruz. Galatasaray yenildiğinde hep beraber üzülürken, her galibiyette birlikte seviniyoruz. İşte bu yüzden güzel belki de futbol, aileyi birbirine daha da kenetlendirdiği için.

Eminim ki şu an çoğunuzun içinden, “Alkışlar Pellegrini’ye” başlıklı bir yazıda bu adam ne anlatıyor böyle diyordur. İşte bu yüzden hemen olayı El Clásico’ya bağlıyorum.

Baba ve oğulları arasındaki futbola dair tek çatışmadır El Clásico’nun kahramanları. Babam ve kardeşim Barcelona taraftarıyken, bendeniz Real Madrid fanatiğimdir uzun yıllardan beri. Bu yüzden de bu iki takım karşılaştığında Galatasaray – Fenerbahçe heyecanına benzer bir heyecan hakim olur ailede. Dün akşamki mücadele öncesinde de durum pek değişmedi. Önce memleketten babam arayıp, bu akşam sizi şöyle yaparız, böyle yaparız deyip sinir katsayımı yükselti. Ardından da evde bekleyen kardeşimin Messi hayranlığını abarttığı saçma sapan yorumları çıldırttı beni. Ama uzun süreden beri ilk defa bu kadar emindim Barca’yı eli boş göndereceğimizden ve bu yüzden cevap verme tenezzülünde bulunmadım. Takım bu sezon evinde oynadığı maçlarda tek bir puan bile kaybetmemişken, Ronaldo’nun ve Higuain’in yüksek formları gaza getirmişti belki de beni.

Ancak, Pellegrini denen Şili'li (edit) sağolsun, bütün ümitlerimi yıktı ve bu sezon sevinmek için son şansım olan Real Madrid galibiyetini ellerimden çekip aldı. 2 Diarra’yı birden kenara bırakıp Gago ile başladı oyuna ve utanmadan sıkılmadan Ronaldo’yu da sol açıkta oynattı. Sırf bu yüzden sağ kanattan tek bir kez bile tehlikeli atak geliştiremedik maç boyunca. Sol kanatta da Ronaldo hep ters ayakla almak zorunda kaldı topları, ve bu nedenle etkili de olamadı. Marcelo’nun harika (!) pasları da Higuain’in işini bitirince mucizelere kaldığını anlamıştık galibiyetin. Ama yine de bir umut besledim içten içe. Pellegrini belki ilk defa kafayı çalıştırır da Guti ile Benzema’yı sürer oyuna, Gago’dan da kurtuluruz dedim durdum. Benzema’yı oyuna sürüp onu sol açığa çekecek, Ronaldo sağ açığa kayacak ve Guti’de pas trafiğini yöneterek gol atmamızı sağlayacaktı böylelikle. Ama bu adam önce Marcelo'yu çıkarttı, sonra da Higuain'i. Torpilli Gago’yu da 90 dakika sahada tutarak sonun gelmesinde katkıda bulundu. Diğer tarafta ise Xavi resitali vardı. Messi’nin bu kadar abartıldığı bir dünyada neden kimse bu adamın hakkını teslim etmiyor anlamıyorum. Messi’nin bu sezon attığı çoğu golde, tıpkı dün akşamki maçta yaptığı gibi akıllara zarar ara pasları veren bu adamdan başkası değil.

Bu sezon elde var sıfır. 2 Fenerbahçe, 2 Barcelona mağlubiyeti. Zaten daha fazlasını da kaldıramaz bu bünye. Yeter artık dalga konusu olduğumuz. Arkadaşların dalga geçmesi koymuyor ama babam ve kardeşim de bunu yapınca acı veriyor artık :).

Ve sonuç olarak, yine bana hüsran, yine bana hasret var…

10 Nisan 2010 Cumartesi

Ronaldo Der ki...

Ronaldo'dan beklenmeyecek derecede centilmence bir açıklama...

- I’m taller and broader than Messi. But seriously, he’s having a terrific season, and he’ll always go down as one of the greats, although let’s not overlook the contribution made by his coach and team-mates.

" Messi'den daha enli ve daha uzunum. Gerçekten mükemmel bir sezon geçiriyor ve ileride daima en başarılılar arasında yer alacak ama takım arkadaşları ve hocasının katkılarını da unutmamak gerekir"...

Bugün yüzümüz güler belki...

Fenerbahçe - Galatasaray : 3-1
Barcelona - Real Madrid : 1-0
Galatasaray - Fenerbahçe : 0-1

3'de sıfır yaptık bu sene. Bir kere olsun sevinmek ister bu gönül. Geçen seneden beri 6-2'den tavşan sendromu denen bir hastalık dolaşıyor bünyede. Bugün, Santiago Bernabeu'da, El Clasico'da bu hastalığın ilacının bulunmasını istiyorum artık..!

21 Şubat 2010 Pazar

6-2'den Tavşan Yapmak

Bu geceki Real Madrid - Villarreal maçının özetidir.

Cristiano Ronaldo hem attı hem attırdı hem de penaltı yaptırdı ve tavşanın oluşmasında başrolü oynadı. Kaka ve Higuain attıkları 2'şer golle tavşanı ortaya çıkardılar. Xabi Alanso da eksik olan kulakları ekledi gon golü atarak.

Barcelona kaçıyor Real Madrid kovalıyor. Gönüller bu kovalamanın bir an önce bitmesi ve Madridimizin liderliği ele geçirmesini ister. Umarım en kısa zamanda dilekler gerçek olur :)

2 Aralık 2009 Çarşamba

El Classico ve Kız İsteme

Bayram öncesindeki iki hafta gerçekten iş anlamında çok yoğun bir dönemdi benim için. Aslında 6 ay sürecek çok yoğun bir dönemin başlangıcıydı. Bu süreçte bloga yeterli önemi veremedim. Bu yoğunluğun neden olduğu zihinsel ve fiziksel yorgunluktan kurtulmak için harika bir fırsattı bayram benim için. Ancak, bayramın gelmesini iple çekmemin en önemli nedeni anne ve babaya duyulan özlemdi.

Her ne kadar bayram süresince muz orta ve gooool yazısız kalsa da, bayram süresince futboldan uzak kaldığım anlamına gelmemeli yukarıda saydığım nedenler. Blog’un öksüz kalmasının tek nedeni, canım ailemin teknoloji ile aralarının iyi olmaması nedeniyle koca 4 günü internet bağlantısı olmadan geçirmemdi.

İnternet olmadığı için maçları elimde not defteri ile izledim bir teknik direktör nidasıyla. Önce Bursaspor – Galatasaray maçı ile başladı hafta sonu futbol. Bu maç hakkında uzun uzun konuşmanın bir manası da yok aslında. Zevksiz, beraberlik kokan bir maç izlettirdiler bizlere. Büyük bir heyecanla tuttuğum not defterim maç bittiğinde yine bembeyaz sayfalardan ibaretti sadece.
Ama futbol tanrıları bu maçta çektiğim ızdırabı görmüş olacaklar ki, cumartesi günü önce W.Bremen – Wolfsburg ile Porstmouth - Manchester United maçları, daha sonra Aston Villa – Tottenham mücadelesini hediye ettiler bana. Bu son maç gerçekten harika bir tat bıraktı damağımda. İnanılmaz bir tempo, gol pozisyonları ve goller. Bu maç beni o kadar bağladı ki kendine, Fenerbahçe – Kasımpaşa maçının ilk 60 dakikalık bölümünü bölük pörçük izlemek zorunda kaldım ve Volkan’ın muhteşem performansını banttan izlemeye mahkum oldum.

Fenerbahçe’nin tam anlamıyla rezil futbol sergilediği son 30 dakikayı üzülerek izledim. Kasımpaşa akıllı ve korkusuz futbol oynadı ancak Daum’un bu takıma yaptıkları da Yılmaz Vural’ın ekmeğine yağ sürdü. Türkiye’nin en büyük iki takımından birinin böyle futbol oynamaya hakkı olmamalı kesinlikle. Büyük takım orta sahayı monopol haline getirip kendi çalıp kendi oynamalı, defans hattı OGS gişesi gibi değil, trafik kontrol noktası gibi çalışmalı bence. Ama Fenerbahçe bu saydıklarımdan herhangi birini birkaç dakikalık süre olsa bile beceremedi.

Cumartesi gecesi finalini Valencia’nın ve Sevilla’nın aptalca puan kayıpları ile yaptık ailecek. Valencia, Mallorca karşısında 1-0 öne geçtikten sonra oyunu yavaşlatıp maçın bu skorla bitmesi için çalışıp çabaladı ama Mallorca son 10 dakika içinde bulduğu gol ile El Classico’nun olduğu hafta sonunda Valencia’ya şımarma! mesajı verdi. Sevilla maçında da ayrı enteresanlıklar oldu. İlk yarıda Malaga’yı yiyip bitirir dediğim Sevilla soyunma odasına 2-0 geride girdiğinde idrak edebildi bu maçın önemini. İkinci yarıda tek kale oynayıp, baskının kralını yaptılar ama sadece 2-2’ye getirebildiler maçı.

Gelelim Pazar gününe… Everton – Liverpool derbisi ile başlayıp Arsenal – Chelsea derbisi ile devam edecek ve El Classico ile final diyecek Pazar gününe. Yakın arkadaşlarımızın nişanlanacak olması nedeniyle sabahın erken saatlerinde düştüm yollara ve Premier Lig’in iki derbi mücadelesini kaçırdım göz göre göre. Üstüne bir de El Classico’yu da %99 kaçıracaktım kız isteme faslı yüzünden.

Ama, ama beklenen olmadı çok şükür. Erkek tarafı gelmeden önce gidip yerimizi aldık nişan evinde. Gelin kızımızın kuzeni süper bir hamle ile salonun köşesinde duran televizyonu açıp El Classico için uzandı kumandaya. O dakikada bütün dualar erkek tarafının rötarlı olarak gelmesi ve ilk 45 dakikayı doya doya izlemek içindi. Ama damat ve ekibi maçın 20. dakikası oynanırken girdi kapıdan. El öpme, tanışma falan derken 10 dakika uçup gitti. Sonrasında ise totem yazımın kahramanı arkadaşım ile en uca geçip sinsi sinsi izlemeye çalıştık maçı. Misafirler fark etmesin diye fısıldayarak kritikler yapıp gol pozisyonlarında cool (!) takıldık. Nitelim, Real Madrid’in üstün oyununa rağmen ilk yarı berabere bitince (Ronaldo’nun kaçırdığı inanılmaz pozisyon yüzünden) 15 dakikalık kahve molası verdik.

İkinci yarıyı başlatan düdük çalmadan hemen önce kız isteme kısmına geçildi. Gelinin babasının saydığı koşullara kayıtsız şartsız evet diyen ve babaya istediği sözü veren damat cümlesini bitirdiğinde alkışlar ile çığlıklar, hıçkırıklar ile göz yaşları hakimdi ortamda.

Sonraki dakikalarda maça dönüp, en kuytu köşede maçı izlemeye çalıştık arkadaşlarla. Bir ara muhabbete dalıp gözümüzü televizyondan ayırmıştık ki, damat bir anda “Golll!! Barcelona attı golü!” diye bağırıncaya kadar. Kızı isteyen ve zor da olsa alan damat, bunun verdiği rahatlıkla maç izlemeye koyulmuş meğer...

Bütün yakın arkadaşlarım, Ibra’nın dünya üzerinde en çok beğendiğim ve sevdiğim futbolcu olduğunu, Barcelona’nın ise en sevmediğim takımlar arasında yer aldığını bilirler. Sezon başında Katalanlar transfer bombasını patlattığında büyük üzüntüye boğulmuştum sırf bu yüzden. Benim açımdan, Metin Oktay’ın Fenerbahçe’de ya da Rıdvan Dilmen’in Galatasaray’da oynamasından farksız bir durum bu. Zaten kafamdaki en önemli soruydu bu sezon başında. Ibrahimovic yüzünden Barcelona’yı daha çok sevme ihtimalim olabilir mi yoksa Ibra’ya olan sevgimin azalması olası mı?. Ama zaman geçtikçe baktım ki her ikisi de olasılık dahilinde değildi. Ta ki, Real Madrid maçına kadar. Zlatan’ın güzel vuruşu için tek kelime edemem ama gol olduğunda ağzımdan dökülen ilk sözler “bal gibi ofsayt be abicim” oldu. Yani içimdeki Barca nefreti ile Real Madrid sevgisi Ibrahimovic sevgimi ezdi geçti. Gole o kadar çok üzüldüm ki nişan yüzüklerinin takılışını kaçırıp sadece kurdela kesimine şahitlik edebildim.

Gece bittiğinde beni üzüntüğe boğan duygusal anların yaşandığı nişan töreninin yerine Real Madrid’in belki de Barcelona’ya karşı son 3-4 senedir en iyi futbolunu oynamasına rağmen mağlup olmasıydı…

1 Kasım 2009 Pazar

Primera Liga İstatistikleri

Dün İngiltere Premier Ligi ile başadığım lig istatistiklerine İspanya Primera ile devam ediyorum.

Geçtiğimiz yıl, Guardiola'nın Barcelona'sı oynadığı uzay futbolu ile bütün kupaları toplarken, Real Madrid tarafında ise bilhassa Santiago Barnebau'daki büyük hezimet sonrasında acıların çocuğu sendromu yaşanıyordu. Juande Ramos bu rezilliği unutturmak için uzay takımına karşı ikinci Los Galacticos dönemini oluşturmak zorunda kaldı. Bu zaruret dünyanın her köşesindeki futbolseverler için enfes bir armağan oldu.

Sezona hem Barcelona hem de Real Madrid çok hızlı girip galibiyet serileri ile kasıp kavurdular ilk haftaları. Ancak, her iki takımda beklenmedik puan kayıplarıyla ufak çaplı şoklar yaşattı futbolseverlere. Şüphesiz bu dönemdeki en büyük şoku (kupa maçlarını bir kenara bırakıyorum) dün akşam Osasuna deplasmanında son dakikada kalesinde gördüğü gol ile 2 puan bırakan Barcelona yaşattı bizlere.

Bugün oynanacak maçlarla 9 haftayı geride bırakacağımız Primera Liga'ya damgasını aldığı kötü sonuçlarla Atletico Madrid vurdu şüphesiz. 9 maç, 4 beraberlik ve 4 mağlubiyetin yanında sadece ve sadece tek bir galibiyet ile 17. sıradalar puan cetvelinde.Aynı zamanda yedikleri 19 gol ile koca ligin averaj takımı olma madalyasını kimselere kaptırmadılar.

İspanya'da toplam 84 maç oynandı şu ana kadar. Bu maçların 43'ünü ev sahibi takımlar kazanırken deplasman takımları 21 kez galibiyetle döndüler evlerine. Bu süreçte toplam 227 gol atılırken maç başına gol ortalaması 2.7 olarak gerçekleşti. Ancak bu istatistik kimseyi yanıltmasın. Geçen senelere göre 2.5 üstü biten maç sayısı çok daha düşük sayılarda kalıyor. Bu ortalamanın tek nedeni Barcelona ve Real Madrid'in yüksek gol ortalamaları...

Barcelona, attığı 24 golle ligin en golcü takımıyken aynı zamanda kalesinde gördüğü 5 golle ligin en az gol yiyen takımı ünvanına da sahip. Ibrahimovic ( nam-ı diğer Il Genio) attığı 7 gol, Messi ise attığı 6 gol ile bu sezon takımı sırtlayacaklarını gözler önüne serdiler bir kez daha.

Ali Sami Yen yollarına düşeceğim için, istatistikleri biraz kısa tutacağım bugün izninizle. Zaten vereceğim bu son bilgi sonrasında bir şeyler karalamanın pek anlamı kalmıyor.

Dünyadaki en önemli golcülerin yer aldığı La Liga'da attığı 6 gol ile Seydou Keita'nın gol krallığında ikinci sırada yer alıyor. Daha bitmedi? Seydou Keita aynı zamanda 2009-2010 sezonunda La Liga'nın hat-trick yapan tek futbolcusu...

21 Ağustos 2009 Cuma

La Liga 1. Hafta

Los Galacticos...

La Liga, Real Madrid ile özdeşleşen Los Galacticos ünvanını lig genelinde ele geçirmek üzere bu sezon. Ligde oynayan oyuncuları göz önüne getirdiğimizde haksız olmadığım ortaya çıkıyor.

1. hafta için izlemeyi en çok istediğim maç Bilbao-Espanyol maçı olacak. Bask seyircisinin Espanyol takımı futbolcularına, taraftarlarına ve en önemlisi Dani Jarque için büyük ve saygı duyulacak bir karşılamaya hazırlandığından eminim...

Ne NTV ne de NTVspor yayın akışlarında gelecek hafta sonunda yayınlanacak maçlara ilişkin bilgi bulunmuyor ne yazıkki !!!...

Yayın detaylarının bulunmadığı La Liga 1. hafta programı huzurlarınızda...

29 Agustos Cumartesi
21.00 Real Madrid vs. Deportivo La Coruna
23.00 Real Zaragoza vs. Tenerife

30 Agustos Pazar
18.00
A.Bilbao vs. Espanyol
Málaga vs. A.Madrid
Mallorca vs. Xerez
Racing Sandanter vs. Getafe
Osasuna vs. Villarreal

20.00 Valencia vs. Sevilla
22.00 Almería vs. Valladolid

31 Agustos Pazartesi
23.00 Barcelona vs. Sporting de Gijón

21 Haziran 2009 Pazar

İspanya Primera'ya Yükselenler

12 Haziran 2009 Cuma

Bas Bas Paraları, Al Al Kaka'ları...

Avrupa'da ligler devre arasına girdiğinde en çok konuşulan isimdi Kaka Leite. Arap sermayesini arkasına alan Manchester City, 120 milyon euro'luk çok uçuk bir teklifle Milan'ın kapısı çalıp, Allah'ın emri peygamberin kavliyle istedi Milan taraftarının biricik Kaka'sını. Berlusconi, teklif edilen bonservis bedelini duyunca Kaka'yı şutlamak için her şeyi yaptı. Ama Kaka kendisine önerilen yıllık 12 milyon euro'luk ("söylenti") teklifi geri çevirip, "Ben Milan futbolcusundan çok koyu bir Milan taraftarıyım, ve takımımı paraya satmam" dedi, ve gitmiyorum uleynn diye resti çekti Berlusconi ve Galliani'ye.

Milan'ın ateşli ama bir o kadar da dengesiz taraftar grubu Curva Sud, Kaka'nın gitmemesi için açtığı pankartlarla, Kaka'yı satan bizi de satar tezahuratlarıyla Kaka'yı bağrına bastı. Koyu bir Milan taraftarıyım diyen Kaka, Curva Sud desteğini de arkasına alınca, başladı bol bol forma öpmeye, elini kalbine götürüp Milan sevgisini göstermeye. O dönemlerde İtalyan ve İspanyol medyasında Kaka'nın Calderon'a söz verdiği, sezon sonunda Real Madrid'e gideceği, bu nedenle Arapların teklifini reddettiği yazılıp çizildi. Milan taraftarı hiç bir zaman inanmadı bu haberlere, dedikodu bunlar kardeşim, rahat bırakın Kaka'mızı dediler hep.


Gel gelelim, Milan'da futbolu bırakacağım diyen koyu Milan taraftarı Kaka, sezon biter bitmez kendini pazarlıyıverdi Real Madrid'e. Sonra da utanmadan çıkıp televizyonlara "Milan'dan ayrılmayacağım, yüce Milan taraftarına hiç bir yere gitmeyeceğimi söylemek istiyorum" dedi.
Ama Kaka'nın sölediklerinin hiç birisi doğru çıkmadı. Brezilya'da, milli takım kampında gülücükler saçarak, yılda 9 milyon euro maaşa Milan'ı ve Milan taraftarını satıverdi. Bastı imzayı, sonrasında da 5 numaralı Madrid formasıyla verdi pozunu basına.

En acı anları yaşarsınız, forması için öleceğini düşündüğünüz adamın sizi yüz üstü bırakıp para için sizi yarı yolda bıraktığında. Milan taraftarı da bunu yaşadı. Hem de zengin çocuğu, para da pulda gözü olmayan (!) Kaka'cıklarından.

11 Haziran 2009 Perşembe

Perez'in Paraları, Üzer Katalanları...



Real Madrid için ikinci Los Galácticos dönemi başladı. Önce Gaziantepspor'un kapısından dönen zengin aile çocuk Kaka, sonra Lisbon sokaklarında büyüyen Portekizli Küçük Emrah C.Ronaldo, Perez Amca'nın Santiago Bernabéu tribünlerine armağanları oldular.

Perez, Real Madrid'teki ilk başkanlık dönemi öncesinde Figo'nun Madrid forması giyeceğini söylediğinde, herkes bunun ucuz bir seçim propagandası olduğunu düşünmüştü. Ancak, Perez göreve gelir gelmez, Figo'yu tuttu elinden getirdi Madrid'e.

Perez, son başkanlık seçimi öncesinde de, 300 milyon euro'luk transfer bütçesi ayırdığını, Kaka, Ronaldo ve D.Villa'nın Di Stefano tarafından takdim edilecek olan Real Madrid formalarını giyeceğini söylediğinde, yine kimse inanmadı bu adama. Bu krizde 300 milyon euro ve Kaka - Ronaldo - D.Villa üçlüsü çok uçuk gelmişti.

Perez Amca, allem etti kullem etti hem Kaka'yı hem de Ronaldo'yu getirdi İspanya'ya. Gerçekten de akıllı adam vesselam. Kaka Brezilya'dayken, Ronaldo Amerika Birleşik Devletleri'nde gezerken attırdı imzaları. Bütün İspanya, hatta bütün dünya bu imzaları konuşuyor iki gündür. Elbetteki bir iki hafta sonra gündemden düşecek bu transferler. Ama tam ilgi azalmışken, bu sefer iki yeni transferinin kollarından tutup olası D.Villa transferi ile birlikte imza şov yaparak basına tanıtacak yeni yıldızlarını, tüm dünya tekrar Madrid'i konuşacak.

İspanya'nın diğer yüzü Barcelona'nın bu sene işi gerçekten zor. Laporta daha sezon başlamadan 2-0 yenik duruma düştü Perez karşısında. Muhtemel Eto'o - İbrahimoviç takası konuşuluyor Katalan medyasında. İnşallah bu transfer gerçekleşmez de, en sevdiğim forvet olan İbra, kin kustuğum Barcelona formasını giymez.

16 Mart 2009 Pazartesi

Ah Forlan Ahh...

Bu hafta sonu yaptığım bahislerde şansın da yardımıyla büyük oranda başarı sağladım. Cuma günü Fenerbahçe maçından, cumartesi günü Liverpool ve Real Madrid maçlarından ve Bundesliga'dan... Pazar günü ise asıl kazanç günümdü. Yaklaşık 10 tane bahis yapıp 1 tanesi hariç hepsini tutturdum. Çok fazla para koymayı sevmediğim için 1 tanesi hariç kuponlarım en fazla 3 TL tutarındaydı.

Liverpool, bu yıl belki de en çok para kaybettiğim bahislerde başrolü kimselere kaptırmamıştı. Liverpool ve Everton arasında 2 haftada oynanan 3 derbi maçında da Liverpool'a oynamıştım gözüm kapalı. Anfield Road'taki kupa maçı 1-1 bittiğinde, Liverpool bunun öcünü lig maçında alır deyip, o maçın da berabere bitmesiyle yıkıldığım; lig kupası rövanşında ise Liverpool kesin tur atlar düşüncesiyle bir kez daha güvenip bir kez daha hüsrana uğradığım Liverpool'a. Hafta sonu ak sakallı bahisçi dede, Liverpool'a oyna diye tutturduğunda, gaza gelip son kez oynamaya karar verdim Liverpool'a. Eğer yine beni hüsrana uğratırlarsa bundan sonra yalnız yürüyeceklerdi. Yalnız yürümek istemeyen Liverpoollular, Manchester United karşısında hem de deplasmanda 4-1 ile kazanırken her gol sonrası gelen paraların katlanması beni mest etmişti.

Pazar günü maçlar oynanırken, bu haftanın ne kadar bereketli geçtiğini düşünüyordum içimden. Hemen, Bülent Abi'nin hafta sonu yayınlanacak maçları belirttiği hafta sonu futbol köşesine girip, hangi maçı canlı izlerken bahis oynamalıyım diye baktım. Gözüme ilk çarpan Atletico Madrid'in Vicente Calderón'daki Villarreal ile oynayacağı maç oldu.

Atletico Madrid'in fark atacağını düşündüğüm maç için, Atletico Madrid galibiyetine oynadıktan sonra, Galatasaray maçının bitimini beklemeye başladım. Galatasaray maçı biter bitmez maçı açtığımda Villarreal 1-0 öndeydi. Ben Madrid'in kulaklarını çınlatırken, o esnada kardeşim aydınlatıcı bilgileri verdi. Forlan 3.dakika içinde bir penaltı kaçırmış, Villarreal kalecisi de penaltı sonrasında panterleşerek muhteşem bir oyun oynuyormuş. Maçın izlediğim bölümleri kadarıyla, kaleci gerçekten de muhteşem oynadığına ben de hak verdim.

Atletico Madrid Maçı bir anda 3-2'ye getiriverdi. Ne olduysa bundan sonra oldu. Hafta sonu oynadığım bahisler içerisinde en büyük parayı 85'inci dakika oynanırken Madrid'in dördüncü golü bulacağına yatırdım hemen.

Madrid 3 dakika içerisinde 2 si Forlan ile olmak üzere toplam 4 gol pozisyonunu heba ettiğinde, saç baş yoluyordum televizyon karşısında. Villarreal son 2-3 dakika yüklenir, Aguero ile Forlan ikilisi son 2 haftadır yaptıkları gibi harika kontra atağa çıkar ve tabelayı dörtlerler düşüncesiyle ümidimi yitirmemiştim. Nitekim tahminlerimin büyük bir kısmı gerçekleşti. Villarreal son 2-3 dakika yükenirken, Aguero - Forlan ikilisi muhteşem şekilde kontra atağa çıktı. Aguero orta saha çizgisinin taç çizgisiyle kesiştiği noktada topu o kadar güzel kontrol edip Forlan'ın önüne o kadar güzel yuvarladı ki, koltuğumdan fırlayıp Forlan'ın topu kaleye doğru, yakınında tek bir rakip olmadan 35 metre sürmesine eşlik ettim bende. Maçın 92'inci dakikası içerisinde gerçekleşen o anlarda, ganyan oynayan amcaların start-finish düzlüğünde neden bağırdıklarını anlamış oldum. İçimden fırlayan kazanma arzusu, ağzımdan çıkan hadi olum, yürü olum nidalarının tek sebebiydi belkide.

Diego Forlan, 35 metrelik koşusunu bitirip kaleci ile arasındaki mesafe 2 metreye indiğinde, "vuuuuurr!" diye bağırmamla, Forlan'ın bir forvet oyuncusunun hayatında yapabileceği en mantıksız, en saçma vuruşla topu auta atması bir oldu. Akıllı TV'de ya da bazı spor kanallarında gösterilen en komik gol kaçırma videoları içinde kendine yer bulacağından emin olduğum o vuruş, bir taraftan Forlan'a olan güvenime, bir taraftan da büyük paralar kaybetmeme neden oldu.

Maçın üzerinden 2 gün geçti ama sinirim hala devam ediyor. İnşallah perşembe günü Hamburg oyuncuları Forlan gibi beceriksiz olurlar, sinir stres yerine sevinç kaplar içimizi.

15 Mart 2009 Pazar

Trafik levhalarını takip ediniz...

Hafta içinde Liverpool'dan 4 yiyen Real Madrid için Atletic Bilbao deplasmanının zor olacağını söylüyordu herkes. Ben, maçın zor geçeçeğini düşünmüyor ve aksine Madrid'in 5 atıp döneceğini düşünüyordum. Bir arkadaşımla konu hakkında tartışırken, bu maç 5-1 biter diye bir kehanette bile bulunmuştum. Madrid'in Bask bölgesinden 5 gol atıp döneceği fikrime kahkalalarla tepki vererek beni sinirlendirmeyi başarmıştı. 5-1'lik skor tahminimin ciddeye alınmamasıya yükselen sinir katsayım hırs ile birleşince, 2 gün boyunca 5-1'lik skoru anlatacak efsane bir fotoğraf bulmaya çalıştım. 2 günün sonunda ise muhteşem bir fotoğrafa ulaşmıştım. Hemen arkadaşımı arayıp, "önce maçı izle, sonra da pazar günü blogdaki yazımı oku" dedim. Yine beni ciddiye almayıp gülüp geçti.
Maçın ilk yarısını, önemli bir yemekte olduğum için izleyemedim. Ama sağolsun Madrid 2-0 öndeyken aramayan arkadaşım maç Bilbao gollerinde mesajlarla rahatsız ediyordu beni. Ama ben hala iddalıydım 5 olacağı konusunda. O kadar iddalıydım ki, ilk yarıyı izleyememe rağmen, ikinci yarı başlamadan güzel bir miktarda parayı Madrid +4.5 e bastım canlı bahiste. Sonrasında da koltuğa uzanıp bekledim ikinci yarının başlamasını.
Önce Huntelaar'ın ilk golü geldi. Bilbao'nun attığı her gol sonrasında beni rahatsız eden arkadaşımı korkularıyla baş başa bırakmak için taciz etmedim kendisini. Ama içten içe 5 olursa neler yapacağımın hayali kuruyordum. Dördüncü golde çok gecikmeden gelince, bir huzur kapladı içimi. 4 gol olmuştu ama hala içimde ufacık olsa da bir stres vardı, 5 olamaması korkusundan kaynaklanan. Marcelo'nun, Arif Erdem'i ya da Nobre'yi aratmayan artistlik uçuşuyla telefona sarılmam bir oldu. Penaltı atışı sırasında canlı yayın yapmak istemiştim arkadaşıma. Başına gelcekleri bilen arkadaşım Marcelo uçar uçmaz kapatıvermiş telefonunu.
Madrid penaltı ile beraber, tahminlerimi boşa çıkartmayarak Bilbao'yu 5'lik yapmıştı ama 1 değil 2 gol görmüştü kalesinde. Maç bittiğinde ilk düşündüğüm bulduğum fotoğraftaki A-1 yazısını montajlayarak A-2 yapmaktı. Bir anda düşen jetonla, aslında 5-1 lik skoru bildiğimi, arkadaşıma Bilbaolu futblcuların en fazla 1 gol atabileceğini söylediğimi hatırladım. Maç 5-2 bitmişti ama Heinze'nin kendi kalesine attığı gol beni ipten almıştı.
Arkadaşım beni arayana kadar blog sayfasında yazıyı yayınlamayacaktım. Arkadaşım beni arayacak, bloga girdiğinde yazıyı görmediğinde zeytin yağı gibi üste çıkarak, 5-2 oldu tutturamadın diye dalga geçecekti. Nitekim aynen böyle oldu. Biraz önce beni arayarak kendince dalgasını geçti.
Şimdi, dalga geçme sırası bende. Öncelikle, yazıdaki trafik hevhasını, sonra da 5-1 konusundaki açıklamalarımı kendisine armağan eder, eski işyerimde bir arkadaşımın dediği gibi, Madrid galibiyetinin tam da kapak konsepti etkisi yarattığı hatırlatırım.

1 Mart 2009 Pazar

Madrid > Katalunya

Muteşem bir maçtı.

Ligin ilk yarısında Messi vs Aguero savaşını Messi kazanmıştı. Bu geceki maçta ise savaşı kazanan Maradona'nın biricik damadı Kun Aguero oldu. Puan farkı 4.

Lig yeniden başlasın ve mümkünse hiç bitmesin...

Katalunya'da Madrid Sesleri...


İspanya Primera'da sezonun ilk yarısı sona erdiğinde herkes Barcelona'nın başını alıp gittiği, oynadığı muhteşem futbol ile şampiyonluğunu ikinci yarı başlamadan ilan ettiğini düşünüyordu.

İçinde ufak olsa da umut taşıyan ben ve benim gibi Real Madrid sempatizanları hariç.

O umut büyüdü, büyüdü... Sonunda ufak bir umut olmaktan çıkıp bir gerçeğe dönüştü. Madrid gerçeğine.

Barça, belki de biraz rehavete kapılıp puan kayıpları yapmaya başladı sezonun ikinci yarısında. Madrid ise aksine, evinde ve deplasmanda galibiyetleri seriye bağladı.

Bu hafta ise çok ilginç iki maç vardı. Katalunya ve Madrid savaşları. Espanyol ile deplasmanda oynayan Real Madrid galibiyet alıp, Atletico Madrid'in Barcelona'yı yenmesine duacı olacaktı.

Madrid'i Katalunya'dan çekip kurtarak iki kaptanı oldu. Oyuna 60.dakika'da giren Guti'nin 69.dk içerisinde attığı güzel frikik golünün sevinci sürerken 73.dakika'da Büyük Kaptan Raul, Kameni'ye topu filelerden alıp santraya yollaması için Guti'den sonra yardımcı olan ikinci Madridli oldu. Raul ve takım arkadaşları bu gol sonrasında stand by moduna geçip maçın bitmesini beklediler.

Gün itibariyle 1 maçı eksik Barcelona ile Madrid arasındaki puan farkı 4. Ligin ilk yarısında Barcelona'nın 6 gollük paketlerinden nasibini alan Atletico Madrid, bugün Vicento Caldéron'da puan ya da puanlar alırsa, İspanya Primera o zaman tekrar başlayacak ve 34. haftada Bernabéu belki de Şampiyonlar Ligi Finali'nden daha büyük ve daha muhteşem bir maça ev sahipliği yapacak.

Bakalım "Katalunya is not Spain" mi yoksa "Spain is bigger than Katalunya" mı kazanacak?