16 Ekim 2010 Cumartesi

Nuri "Şahin K" !!!

26 Ağustos 2010 Perşembe

Vizyon???

Avrupa kupalarında bırakın martı, eylülü bile göremedik. Bu hezimetin tek suçlusu yönetimdir; kimse futbolculara, FR'ye laf sölemesin. Eğer koskoca Galatasaray'ın gol atması gereken maçta tek bir forveti varsa, üstüne bir de yedekler Aykut, S.Kurtuluş, Musa Çağıran, Aydın, Emre Çolak'dan oluşuyorsa elenmemek süpriz olurdu.

Adnan Polat otursun düşünsün şimdi. Adının kendi adından daha çok anılmasından rahatsız olduğu için Haldun Üstünel'in kellesini alan, sırf bu yüzden doğru düzgün tek bir transfer yapamayan Polat bakalım kimlere b.k atacak şimdi... Yönetimin tamamını küstüren bir adam bütün yönetimin kellesini bile kopartabilir.

Aferin başkan, efsane başkan olacaksın derken iyi anlamda olmanı istedik, bu kadar kötü anlamda değil.

Benim asıl merak ettiğim yarın ve sonrası. Avrupa kupalarına çok erken veda eden başka bir takım olan Olympiakos, buna rağmen sezonun geri kalanını ve Şampiyonlar Ligi vizesini garantiye almak için; David Fuster, Marko Pantelic, Krisztian Nemeth, Albert Riera ve Dennis Rommedahl gibi yıldızlara imza attırırken, bakalım Polat hangi genç yıldızları alacak??? Ben şahsen ortamı iyice dağıtıp Elano'yu da elden çıkartacak diye düşünüyorum.

Siz siz olun, yeni Bratu'lara, Tamas'lara hazırlıklı olun derim..

Kuralar Ne Der?

Öncelikle Bursaspor'un Real Madrid hayalinin gerçekleşmediğini, onun yerine Old Trafford yollarının gözüktüğünü belirteyim. Ancak Bursaspor fena kura çekmediğini de belirtmek lazım. Kura sonrasında sıcağı sıcağına yorumlarımı paylaşayım. Bakalım tutturma yüzdesi nasıl çıkacak...

Son 16'ya kalacaklar

Inter, Tottenham, Lyon, Benfica, Manchester United, Valencia, Barcelona, Rubin Kazan, Bayern, Roma, Chelsea, Marseille, Milan, Real Madrid, Arsenal ve Braga.

Avrupa Ligi yolu gözükenler

Werder Bremen, Schalke 04, Bursaspor, Panathinaikos, CFR Cluj, Spartak Moskova, Auxerre ve S.Donersk.

Eve dönecekler
Twente, H.Tel Aviv, Rangers, FC Kopenhagen, Basel, Zilina, Ajax ve Partizan

İhtimallerin İhtimalleri

Bu akşamki maçların olası sonuçları dahilindeki tahminlerim aşağıdadır. Bakalım kaçı tutacak...

(1) Fenerbahçe - Paok

Fenerbahçe eğer elenirse; Aykut Kocaman'ın ipi hemen çekilmez ama buna zemini hazırlar Aziz Yıldırım. Seneye kesinlikle yabancı hoca getirilir başa. Diğer taraftan, elenme sonrasında gündem değişsin diye hemen bir flaş transfer açıklanır.

Fenerbahçe eğer turu geçerse, Aykut'un koltuğu en az 3 ay daha garanti altındadır. Rıdvan Dilmen bayram yapar :).

(2) Beşiktaş - Helsinki

Beşiktaş elenirse, Schuster'e birşeycikler olmaz. Başkan hemen bir transfer patlatıp, olayı kapatmak ister ve başarılı da olur. Bence Çarşı karışmaz çünkü geçen sene "Yeter Yıldırım Demirören Yeterrrr!" diye bağırırken bu sezonki transferler sonrasında bir anda başkanın hayranı oluverdi bir kısmı dışarıdan gözüktüğü kadarıyla.

BJK turu geçerse, öncelikle Yıldırım Demirören dört köşe olur ama transfer yapmaz. Beşiktaşlı kardeşlerim de aynı bizim geçen sene yaptığımız gibi oturup dua ederler sakatlık olmasın bu sezon diye. Bizim dualarımız kabul olmadı, inşallah onlarınki olur..

(3) Galatarasay - Karpaty Lviv

Galatasaray elenirse, transfer yapılmaz, yapılsa da yalandan biri gelir. Hem yeniçeriler (yerli futbolcular) hem de padişah (Adnan Polat) kendi kellelerini kurtarmak için FR'nin kellesini almak için oyunlarını arttırırlar. Bu da Galatasaray'ı 15 sene öncesine götürür. Elindeki Derwall'in değerini bilmeyen yönetim, yeni Derwall bulacağınız benzeri cümlelerle yeni hocalar için bol bol para harcarlar, bir bakarsınız 2012 kriterlerinden bahseden kalmaz.

Galatasaray tur atlarsa, sıcak para girişi olacağı için 1-2 yıldız transferi yapılır yarın sabah. Böylelikle Adnan Başkan paçayı kurtarır, FR de biraz rahatlar. Ama bu işten en kazançlı çıkacaklar, yurtdışında Galatasaray için futbolcu arayan ve 2 aydır bir işi bitiremeyen profesyoneller (!!!) yani Adnan Sezgin ve menajerler olur.

(4) Trabzonspor - Liverpool

Elensin ya da turu geçsin farketmez, Şenol Güneş takımda kalır ve bu sezonun en önemli şampiyonluk adayı olarak yola devam eder. Eğer turu geçerse, geçen sene Fenerbahçe'den aldığı öcünün yanına bir de Liverpool'la açık olan hesabı kapamanın verdiğini hazzı koyar, Avrupa'da gecenin en çok konuşulan takımın teknik direktörü olarak tebrikleri kabul eder...

Trabzon'a Gelirken, Liverpool

Hayatını tribünlere adamış futbolseverlerin Liverpool için daima içinde beslediği bir sevgi vardır. You Will Never Walk Alone çığlıklarıyla inleyen Anfield Road'da o anı yaşamak bir çoğumuzun hayalidir şüphesiz.

Peki Liverpool taraftarının hayali nedir? Torunlarına anlatacakları ve benzerine bir daha rastlanma olasığının çok düşük olduğu, İstanbul'da kaldırdıkları Şampiyonlar Ligi kupası onlar için yeterli mi? Bir çoğumuz için bu kesinlikle yeterli belki ama onlar için yeterli olmadığı, hayallerinin en tepesinde Premier Lig şampiyonluğu olduğu gün gibi aşikar.

Toplamda 18 kez şampiyonluk yaşamış ancak en son 1989-1990 sezonunda kupayı kaldırmış Kırmızılar'ın çektiği hasreti benzer bir hasreti 14 sene boyunca çekmiş biz Galatasaraylılar anlar belki de en iyi.

Liverpool, bu hasrete son vererek taraftalarının hayallarini gerçekleştirmeye çok ama çok yaklaşmıştı 2 sene önce. Çoğu futbolsever geçtiğimiz sezonu bu hasretin sona erme ihtimalinin en yüksek olduğu sezonlardan biri olarak yorumluyordu sezon başlamadan önce. Ama kötü başlanan ve kötü bitirilen bir sezon sonrasında Şampiyonlar Ligi vizesi bile alamayıp kendilerini Avrupa Ligi elemelerinde buldu Liverpool taraftarı.

Peki ya bu sezon?... Rafa Benitez'in kaçarcasına gidişi sonrası takımı devralan Roy Hodgson'ın işi geçmişte olduğundan da zor. Sezon başında, Rafa'nın yanı sıra Albert Riera da kaçıp Olympiacos'un yolunu tuttu. Üstüne karşılığında Poulsen (!) alınsa da Aquilani gibi bir ön libero Juve'ye kiralandı. Hali hazırda da Javier Mascherano'yu büyük kulüplere pazarlamaya çalışan bir Liverpool yönetimi ile karşı karşıya Hodgson. Javier için Barcelona dedikoduları dolaşırken, Rafa araya girip hem Javier hem de Kuyt için Liverpool'un kapısını çalmaya hazırlanıyor. Rafa, bu iki oyuncuyu İtalya'ya götürürse, üzerine bir de çeyrek depoyla (Mascherano, Gerard, Torres ve Agger yok) mücadele edecekleri Trabzonspor karşısında mağlubiyet alıp Avrupa Ligi'ne veda ederlerse, Roy Hodgson dükkanı kapatıp gitsin bence. Çünkü mu mağlubiyetin sonucunda transfer sezonu kapanmadan Torres'in de takımdan ayrılması içten bile olmaz.

Anlayacağınız, içindeki Liverpool aşkı yüzünden Real Madrid'i geri çeviren Gerrard'ın zaten hali hazırda çektiği açısı daha da artacak, taraftarların kurdukları hayallerin gerçekleşme olasılığı ise daha da azacak. Ama eminim ki herşeye rağmen Anfield Road "You Will Never Walk Alone" nidalarıyla yankılanmaya devam edecek.

17 Ağustos 2010 Salı

Madrid'de Bir Türk...

Real Madrid'e imza atan Türkiye'den ilk futbolcu değil ama ilk Türk oldu Mesut. Kendisinin yeteneklerinin abartıldığını düşünüyorum aslında ama eğer José varsa işin içinde bana da kafamı kuma gömmek düşer. İnşallah hayırlı olur kendisi için, biz de Ribery'de Galatarasaylı olan bizlerin izlediği gibi kaçan treni izler dururuz tüm Türk milleti olarak. Real Madrid taraftarı olarak ayrıca haz duydum bu transferden, Barcelona'nın elinden almak güzel his vesselam...

5 Ağustos 2010 Perşembe

Kewell...!

Haldun Üstünel çıkıp Harry ile devam etmeyi düşünmüyoruz dediğinde gerçekten çok üzülmüştüm. Galatasaray'ın bayrak adamlarından biri olacağına çok emindim çünkü..

Şükürler olsun ki, bu sene de bu kutsal forma altına izliyoruz Harry Kewell'ı.. Gerçekten kendisi de kutsal bu adamın. Bugün maçtan sonra, Galatasaray ve taraftarları olan bizler hakkında o kadar güzel sözler söyledi ki...!

Bugün sevgi günüm;

Seni de seviyorum Kewell...!

Yıl: 1989 "Cevat Prekazi"...

Çok uzun zaman oldu bir kaç kelam etmeyeli. Bir insan evladının iş hayatında yaşayabileceği en yoğun 8 ayı yaşadım belki de. Abartıyormuşum gibi gecelecek sizlere ama arkadaşlarım şahittir ki hafta içi, hafta sonu farketmeden günde ortalama 3 saat uyku uyuyarak geçti bu dönem. Hatta bu dönem öyle bir dönemdi ki, Kapalı Üst kombinelerinin çıktığından ve sonra da tükendiğinden haberim olmadı..

Peki geçti mi bu dönem dersiniz?. Tamamen geçmedi ve geçmeyecek ne yazık ki. Seçtiğim bu kariyer planında, tabir-i caizse eşşekler gibi çalışmak var bir ömür boyu. O yüzden, denetim sektörüne girmek isteyenler bu satırları okuyorlarsa tekrar düşünsünler :).

Son bir haftadır hadi artık geri dön blog yazılarına dedim durdum kendi kendime ama bir türlü oturup bilgisayarın başına yazamadım aklımdan geçenleri. Ama Cevat Prekazi sağolsun ki, bu yorgun bünyede öyle bir efkar yarattı ki, aldım biramı, açtım uzun süredir hasret olduğum tezahuratları dinlemeye başladım ve geçmişe, Galatasaray'a döndüm...

1984 doğumlu biri olarak 15 Mart 1989'daki Monaco maçından 2 hafta önce henüz 5 yaşımı doldurmuştum. Yani o dönemlere ilişkin pek fazla şey hatırladığım söylenemez. Ama 15 Mart gününü enteresan bir şekilde çok net hatırlıyorum.

Bilecik'de, çoçukluğumun geçtiği evimizde o zamanlar henüz 3 yaşında olan kardeşimle otururken, anne-baba işten gelip hadi kalkın arkadaşlara gidiyoruz diyerek üstümüzü giydirip çıkarttılar bizi evden aceleyle. Haliyle anlam verememiştim bu telaşın neden olduğuna. Koşa koşa gidip arkadaşlarının evine, oturduk hemen televizyonunun başına. Babamın adetidir yemeğin sofrada yenmesi; televizyon karşısında, salonda ya da odamızda yemek yemek yasaktı yıllarca, aile fertlerinin hepsi gelir, oturup hep beraber yerdik yemeğimizi. Ama bu konuda çok sert olan babamı televizyon karşısında yemeğine yerken görmek nasip olmuştu işte o gece.

Galatasaray, o zamanlar sebebini anlamamış olduğum bir şekilde Almanya'da Monaco ile Avrupa'da çeyrek final maçına çıkıyordu. Maç başlar başlamaz evde bir anda ses soluk kesildi. Babam tek kelime etmeden, sadece ayaklarını sallarayak, gözünü kırtmadan bakıyordu televizyona. Ben de o zaman averajın ne olduğunu bilmediğim için sorup duruyordum nasıl tur atlarız diye ama babadan tık çıkmıyordu. İşte bu anlardan birinde, babam öyle bir goooolll diye bağırdı ki, kardeşim korkup ağlamaya başladı bir şey mi oldu diye. Babam Cevadım, Cevadım nidalarıyla tutup havalara atıyordu beni. Bir an adımın Cevat olduğunu sanmıştım, o kadar yani :)... 1-0 öne geçen Galatasaray, o zamanlar kimdir nedir bilmediğim Weah denen insan azmanının golüne engel olamamıştı ama ilk maçta Kral Tanju'nun attığı gol ile aldığımız 1-0'lık galibiyet sayesinde turu atlayan taraf olmuştuk.

Maç sonunda, hem televizyondakiler ağlıyordu, hem de babam.. Ben ise şaşkınlıkla bakıyordum ona, birazdan ben de ağlayıp eşlik edecektim ona evden çıktığımızda (yoldan geçen tırların kornaları, silah ve korna sesleri vs. nedeniyle).

O gece, eve döndüğümüzde babamdan Prekazi'nin formasını istemiştim, çok net hatırlıyorum. Bilecik gibi küçücük bir şehirde olmadığı için, sabah ilk iş Eskişehir'de tanıdıklara aldırıp otobüs ile göndertmişti Bilecik'e ve öğlen uyandığımda yatağımın yanı başında duruyordu. 8 Numaralı o formayı 3 ay çıkartmadım belki de üstümden. O dönemlerde, mahalledeki herkes Prekazi diyordu bana. Ben o dönemlerde sevdim gerçekten Galatasaray'ı. O dönemden sonra yalvardım babama Ali Sami Yen'e götür beni diye 3 sene boyunca. Ta ki, üstümde 8 numaralı formayla Kapalı'ya ilk ayak bastığım 4 Kasım 1992'deki E.Frankfurt maçına kadar...

Bendeki Galatasaray sevdasının baş kahramanlarından Prekazi'yi, bugünkü maçta dinlemek, o şahane yorumlarını duymak, ağzından ne zaman küfür çıkacak acaba diye beklemek hem çok güzel, hem de çok duygusal geldi bana ve açtırdı birayı, oturttu bilgisayarın başına. Maç boyunca, Galatasaray'a duyduğu aşkı gördükçe daha da çok sevdim bu adamı..

Tekrar şükrediyorum bu adamı canlı canlı izleme fırsatını yakaladığım, Monaco maçını hatırladığım için...

Seviyorum seni Cevat...!

Bu videoyu izleyin, siz de daha çok sevin :)

21 Mayıs 2010 Cuma

Güle Güle Harry..!

Biraz önce arkadaşımın mesajı ile aldım haberi. Uzun zamandan beri Türkiye'ye gelen en karakterli oyuncuydu bence. Ama sakatlığı yüzünden artık Sarı Kırmızılı forma ile göremeyeceğiz kendisini artık. Gerçekten çok üzüldüm gidişine...

Gözümde ve gönlümde yeri ap ayrıydı Kewell'ın. Koskoca bir cumartesi günümü O'na layık bir yazı yazabilmek için heba etmiştim. Peki değer miydi?.

Bence, kesinlikle değerdi.

Güle güle Harry, unutulmayacaksın...

Okuyamayanlar için, bahsi geçen yazı "Kewell from Galatasaray"...

19 Mayıs 2010 Çarşamba

Govou?

Transfer döneminde konuşmayı pek sevmem aslında. Her transfer döneminde Türk medyası sallar durur. Her gün saçma sapan isimler atılır ortaya. Bu yazdıklarımdan sonra sakın beni de aynı kefeye koymayın lütfen...

Malumunuz, Sidney Govou Lyon kariyerini Le Mans maçı ile sonlardırdı. Hocası tarafından maçın sonlarına doğru oyundan alındı ve alkışlarla veda etti kulübüne. Govou'nun Sevilla, Sunderland veya West Ham United üçlüsünden birine imza atılacağı düşünülüyordu.

Önce Marca, Sevilla'nın Govou ile görüşmeleri askıya aldığını yazdı. Sonrasında Steve Bruce Govou ile ilgilenmediklerini açıkladı. Londra'da yaşayan bir arkadaşımın uyarısı sonucunda bugün bir İngiliz gazetesine ("Daily Mail") göz attım ve Galatasaray'ın Govou'ya önerdiği yüksek ücret sonrasında West Ham United cephesinde de transferin zora girdiğinin yazdığını gördüm.

Bakalım doğru çıkacak mı?