16 Ekim 2010 Cumartesi
26 Ağustos 2010 Perşembe
Vizyon???
Kuralar Ne Der?
Son 16'ya kalacaklar
Inter, Tottenham, Lyon, Benfica, Manchester United, Valencia, Barcelona, Rubin Kazan, Bayern, Roma, Chelsea, Marseille, Milan, Real Madrid, Arsenal ve Braga.
Avrupa Ligi yolu gözükenler
Werder Bremen, Schalke 04, Bursaspor, Panathinaikos, CFR Cluj, Spartak Moskova, Auxerre ve S.Donersk.
Eve dönecekler
Twente, H.Tel Aviv, Rangers, FC Kopenhagen, Basel, Zilina, Ajax ve Partizan
İhtimallerin İhtimalleri
Trabzon'a Gelirken, Liverpool
17 Ağustos 2010 Salı
Madrid'de Bir Türk...
5 Ağustos 2010 Perşembe
Kewell...!
Şükürler olsun ki, bu sene de bu kutsal forma altına izliyoruz Harry Kewell'ı.. Gerçekten kendisi de kutsal bu adamın. Bugün maçtan sonra, Galatasaray ve taraftarları olan bizler hakkında o kadar güzel sözler söyledi ki...!
Bugün sevgi günüm;
Seni de seviyorum Kewell...!
Yıl: 1989 "Cevat Prekazi"...
21 Mayıs 2010 Cuma
Güle Güle Harry..!
19 Mayıs 2010 Çarşamba
Govou?
29 Nisan 2010 Perşembe
Mourinho Der ki...
23 Nisan 2010 Cuma
Kısa Devre...
17 Nisan 2010 Cumartesi
Maicon, Naptın Oğlum?
12 Nisan 2010 Pazartesi
Bir Tribünün Çöküşü!!!
Taraftarın seninle,
Üzüntünde, sevincinde,
Seninle birlikte….
İşte buydu Kapalı’yı numaralıdan farklı kılan. İstanbul’daki ve Kapalı’daki 8’inci senemde her mağlubiyetten sonra bu tezahüratı duydum ben. Bu yüzden sevdim Kapalı’yı, bu yüzden deliler gibi bağırdım her maçta… Alparslan Abi’nin ölümünde bu yüzden ağladım dakikalarca…
Ama dün gece, bambaşka bir Kapalı gördüm ben. Hem de hiç sevmediğim, hayatımda bir daha tanık olmak istemediğim bir ruh halinde… 6-0 yenildiğinde Fenerbahçe’ye, bağrına basmıştı bu takımı dün herkesi ıslıklayanlar.
Takımın bu gidişatına tepki konulması gerektiği konusunda herkes ile hemfikirim. Takımda bir şeylerin ters gittiği ve kendilerine gelmeleri için harekete geçilmesi gerektiği belli. Sami Yen, deplasman demeden her maça gelen, bazen polis dayağı, bazen biber gazı yiyen, sevgilisiyle sırf Galatasaray yüzünden kavga eden, kombinesini kredi kullanıp alanlar, takımlarından sadece biraz saygı bekliyorlar çünkü. İstedikleri tek şey bu aslında. Ancak ne yazık ki bunun verdiği hırs ve kızgınlık ile kendilerini kaybedip hayatları boyunca daima pişmanlık duyacakları hareketler yaptılar. Bu şekilde ve böyle bir tepki verilmemeliydi.
Fenerbahçe maçında takımı ruhsuz oynamak ile suçlayanlara birkaç sözüm var aslında. Maçtan 7-8 saat önce içmeye başlayıp, tribüne zilzurna sarhoş giren, maçta toplasan bir dakika bağırmamış olanlar, sırf para hırsı yüzünden kombinesini bir maçlığına 500-600 TL’ye kiralayanların buna hakkı yok işte. Takımına karşı görevini yerine getirmeyenlerin, takıma küfür etmeye de tepki göstermeye de hakkı yok.
Şunu merak ediyorum. Bu hafta derbiden bir beraberlik çıksa ve Bursaspor da puan kaybetse ve biz de Manisa’dan 3 puan ile dönsek, Ali Sami Yen’deki Bursaspor maçında yine bu tepkiyi koyabilecekler mi?
Ali Sami Yen'de...
11 Nisan 2010 Pazar
Alkışlar Pellegrini'ye...
Eminim ki şu an çoğunuzun içinden, “Alkışlar Pellegrini’ye” başlıklı bir yazıda bu adam ne anlatıyor böyle diyordur. İşte bu yüzden hemen olayı El Clásico’ya bağlıyorum.
Baba ve oğulları arasındaki futbola dair tek çatışmadır El Clásico’nun kahramanları. Babam ve kardeşim Barcelona taraftarıyken, bendeniz Real Madrid fanatiğimdir uzun yıllardan beri. Bu yüzden de bu iki takım karşılaştığında Galatasaray – Fenerbahçe heyecanına benzer bir heyecan hakim olur ailede. Dün akşamki mücadele öncesinde de durum pek değişmedi. Önce memleketten babam arayıp, bu akşam sizi şöyle yaparız, böyle yaparız deyip sinir katsayımı yükselti. Ardından da evde bekleyen kardeşimin Messi hayranlığını abarttığı saçma sapan yorumları çıldırttı beni. Ama uzun süreden beri ilk defa bu kadar emindim Barca’yı eli boş göndereceğimizden ve bu yüzden cevap verme tenezzülünde bulunmadım. Takım bu sezon evinde oynadığı maçlarda tek bir puan bile kaybetmemişken, Ronaldo’nun ve Higuain’in yüksek formları gaza getirmişti belki de beni.
Ancak, Pellegrini denen Şili'li (edit) sağolsun, bütün ümitlerimi yıktı ve bu sezon sevinmek için son şansım olan Real Madrid galibiyetini ellerimden çekip aldı. 2 Diarra’yı birden kenara bırakıp Gago ile başladı oyuna ve utanmadan sıkılmadan Ronaldo’yu da sol açıkta oynattı. Sırf bu yüzden sağ kanattan tek bir kez bile tehlikeli atak geliştiremedik maç boyunca. Sol kanatta da Ronaldo hep ters ayakla almak zorunda kaldı topları, ve bu nedenle etkili de olamadı. Marcelo’nun harika (!) pasları da Higuain’in işini bitirince mucizelere kaldığını anlamıştık galibiyetin. Ama yine de bir umut besledim içten içe. Pellegrini belki ilk defa kafayı çalıştırır da Guti ile Benzema’yı sürer oyuna, Gago’dan da kurtuluruz dedim durdum. Benzema’yı oyuna sürüp onu sol açığa çekecek, Ronaldo sağ açığa kayacak ve Guti’de pas trafiğini yöneterek gol atmamızı sağlayacaktı böylelikle. Ama bu adam önce Marcelo'yu çıkarttı, sonra da Higuain'i. Torpilli Gago’yu da 90 dakika sahada tutarak sonun gelmesinde katkıda bulundu. Diğer tarafta ise Xavi resitali vardı. Messi’nin bu kadar abartıldığı bir dünyada neden kimse bu adamın hakkını teslim etmiyor anlamıyorum. Messi’nin bu sezon attığı çoğu golde, tıpkı dün akşamki maçta yaptığı gibi akıllara zarar ara pasları veren bu adamdan başkası değil.
Bu sezon elde var sıfır. 2 Fenerbahçe, 2 Barcelona mağlubiyeti. Zaten daha fazlasını da kaldıramaz bu bünye. Yeter artık dalga konusu olduğumuz. Arkadaşların dalga geçmesi koymuyor ama babam ve kardeşim de bunu yapınca acı veriyor artık :).
Ve sonuç olarak, yine bana hüsran, yine bana hasret var…
10 Nisan 2010 Cumartesi
Ronaldo Der ki...
- I’m taller and broader than Messi. But seriously, he’s having a terrific season, and he’ll always go down as one of the greats, although let’s not overlook the contribution made by his coach and team-mates.
" Messi'den daha enli ve daha uzunum. Gerçekten mükemmel bir sezon geçiriyor ve ileride daima en başarılılar arasında yer alacak ama takım arkadaşları ve hocasının katkılarını da unutmamak gerekir"...
Bugün yüzümüz güler belki...
4 Nisan 2010 Pazar
Duvarları Maviye Boyamak
Tam da bu dakikalarda her ne kadar ofsayt olsa da Drogba’nın ağlara gönderdiği gol geldi ve koltuğuma uzanıp derin bir ohh! çektim. Ama o kadar uzun süren ir ohh! çekmişim ki, tam bitirdiğimde Manchester’in golü geldi. Ve son 5 dakika kabus gibi geçti. Şükürler olsun ki, bir kaza kurşununa maruz kalmadan Maviler maçı alıp, ceplerinde 3 puanla memlekete döndüler.
28 Mart 2010 Pazar
Metin Gibi
23 Mart 2010 Salı
Yazıklar Olsun...!
Yakışmadı...!
Burcu Esmersoy
Teşekkürler Esmersoy. İnsanlığın için...
Güle Güle Başkanım...
13 Mart 2010 Cumartesi
İtalya ve Şike?
The Blues Festival
Chelsea’ye olan sevgimi çoğu arkadaşım yadırgıyor senelerden beri. Galatasaray taraftarı olup, 5-0’lık maçı gözleriyle gören ve bu acıyı bizzat yaşamış olan biri nasıl olur da Chelsea’yi destekler diye sorup dururlar bana her fırsatta. Bense her seferinde en baştan anlatmaya çalışıyorum bu sevginin nereden geldiğini. Öncelikle Chelsea’nin de tıpkı Galatasaray gibi 1905 yılında kurulduğundan başlayıp, futbolun gerçekten ne olduğunu yeni idrak etmeye başladığım ortaokul çağımın başlangıcında Zola’ya olan sevgim sayesinde bu takıma sempati duyduğumu anlatıp duruyorum. 1997 yılında Zola’lı Chelsea’nin FA Cup’ı aldığında bu maçı uydudan izlediğimi, 1998 yılındaki Uefa Kupa Galipleri Kupası’nı TRT’den takip ettiğimi de belirttiğimde anlıyorlar az çok bu sevginin çok öncelerden başladığını.
Henüz 26’sını devirmemiş olan Trabzonsporlu taraftarların dünya gözüyle bir şampiyonluk görmek istemelerine benzer şekilde ben de uzun süre Chelsea’nin şampiyonluğunu bekledim uzun bir süre. Allah’tan, Trabzonsporlu arkadaşlarımızdan daha şanslıydım ki Mourinho sayesinde şampiyonluk görmüş oldum.
İşte bu Chelsea, onlara duyduğum sevginin temel taşlarını atan Gianfranco Zola’nın çalıştırdığı West Ham United’ı Malouda’nın sol kanadı otobana çevirdiği ve Jonathan Spector’ın pestilini çıkarttığı, 2 gol attırıp bir de kendisinin attığı bir performans sergilediği Londra derbisi sonunda 4-1 ile geçip, Zola’yı eli boş, boynu büküp uğurladı evine. Bende ise, yine takım sevgisinin galip gelmesi nedeniyle, maç sonunda Zola’yı kendi üzüntüsü ile baş başa bırakıp galip gelen taraf olmanın verdiği mutluluğu yaşıyordum o anlarda…
7 Mart 2010 Pazar
The Captain
Yazı ile: yalnız beş...
Thomas Vermaelen
6 Mart 2010 Cumartesi
Düşmeyen Portsmouth İstiyoruz...
28 Şubat 2010 Pazar
Kader’iniz Bu
Atletico Madrid maçının etkisinden kurtulamamış bir şekilde gittiğim Ali Sami Yen’de, Galatasaraylı futbolcuların bu etkiyi üzerlerinden tamamen atmış olmaları beni çok şaşırttı. Takımın gösterdiği istek ve arzu ile hırs, alınan 3 puandan ve atılan 4 golden çok daha önemli gözümde.
Maç hakkında uzun uzun konuşmak yerine, sadece birkaç kelam edeceğim yine.
Galatasaray’ın kadrosunu gördüğümde Ali Sami Yen’de izlediğim temposuz ve stres dolu günlerin sonunun geldiğini anlamıştım. Mehmet Topal’ın önünde Ayhan ve Keita-Gio-Arda-Jo dörtlüsü ile bol gol pozisyonuna girip farklı bir galibiyet alacağımız ümidi doğmuştu bir anda içimde. Nitelim öyle de oldu. İlk yarı boyunca en az 6-7 net gol pozisyonuna girip sadece 1 gol ile yetinmek zorunda kaldık. İkinci yarıya da gol kaçırma rekorunu geliştirmek için çıkıp, yine 4-5 tane gol pozisyonunu boşa harcadık, zaten o anlarda da Kasımpaşa’nın golü geldi.
Maç 1-1’e geldiğinde bu maçın böyle bitmeyeceği aşikardı. Çünkü ne Kasımpaşa tempoyu düşürmeye çalıştı ne de Galatasaray demoralize oldu. Golden sonra tempo daha da arttı ve Keita’nın harika golü, Jo’nun penaltısı ve Keita’nın perdeyi kapatan son golü ile birlikte dükkanı 4-1 ile kapatmış olduk bu pazar gününü...
Bu güzel maçın kahramanı ise şüphesiz Gio oldu. Harika bir futbol ortaya koydu ve Rıdvan Dilmen’in kulaklarını çınlattı.
Seviyoruz seni Giovanni Dos Santos!
Rıdvan Duy Bu Sesi..!
26 Şubat 2010 Cuma
Dün Geceden Geriye Kalan
25 Şubat 2010 Perşembe
Göz Göre Göre...
(1) Rakibin üstüne çıkmak
(2) Rakibe küfür etmek,
(3) Topa dokunmadan önce rakibe vurmak,
(4) Rakibini bozmak,
(5) Rakibi çelme takmak ya da takmaya teşebbüs etmek,
(6) Rakibi tutmak,
(7)Topla eliyle bilerek oynamak,
(8) Rakibe vurmak ya da vurmaya teşebbüs etmek,
(9) Rakibe tükürmek,
(10) Rakibe tekme atmak ya da atmaya teşebbüs etmek...
21 Şubat 2010 Pazar
6-2'den Tavşan Yapmak
Cristiano Ronaldo hem attı hem attırdı hem de penaltı yaptırdı ve tavşanın oluşmasında başrolü oynadı. Kaka ve Higuain attıkları 2'şer golle tavşanı ortaya çıkardılar. Xabi Alanso da eksik olan kulakları ekledi gon golü atarak.
Çizgiyi Geçti mi?
İstediğini Almak
Maç başlamadan yaklaşık bir saat önce iki takımın da kadrolarını öğrendiğimde Frank Rijkaard’ın çıkartabileceği en iyi 11’i sürdüğünü düşündüm. Mustafa Denizli’nin ilk 11’i için ise aynı şeyleri söyleyemem kesinlikle. Bobo gibi bir silahın varken bu sezon sadece çatır çatır maaşını yemekle meşgul olan Nobre’yi oynatan Mustafa Denizli Rijkaard’ın aksine saçma sapan bir 11 sürmüştü sahaya.
Fularlı cici Hıncal Uluç’un “bu da hoca mı?” dediği Rijkaard, 60.dakikadan sonra Jo’yu oyuna sürerek haklı çıkarttı beni. Hıncal Uluç’a da kapak yaptı tabiri caizse. Galatasaray Jo’nun oyuna girişiyle ileride top tutmaya başladı, Jo’nun indirdiği topları kanatlara da yaymayı akıl ettiğinde ise Beşiktaş’ın konsantrasyonu bir anda koptu. İşte tam bu anda Büyün Kaptan öyle güzel bir gol attı ki (Beşiktaşlı arkadaşlar bu gollere Bobo sayesinde alışıklar bu tip gollere) golün olduğunu Arda’nın gol sevinci için bizimkilere koşmaya başladığında anladım.
Sonuç olarak 1 hafta içinde oynanacak 3 önemli maçın ikisini kazasız belasız atlatmış olduk. Şimdi sıra sonuncusunda…
Son sözlerim de maçın yardımcı hakemlerine gelsin. Turkcell Süper Lig’de Aleks Taşçıoğlu kadar kendine güvenen bir yardımcı hakem daha görmediğimi çok net bir şekilde söyleyebilirim. Kararlarında o kadar kararlıydı ki, yüzündeki ifadeyi gören futbolcular itiraz bile edemediler doğru düzgün. Diğer yardımcı hakem Tarık Ongun da her pozisyon sonrasında verdiği kararın nedenini bıkmadan usanmadan anlattı hem Beşiktaşlı hem de Galatasaraylı futbolculara. Ve en önemlisi büyük bir hata yapmadan, başarılı bir şekilde bitirdiler 90 dakikayı…
19 Şubat 2010 Cuma
Yürüyedur...
Peki, bu yoğun dönem bitti mi? Tabi ki hayır… Haziran 2010’a kadar bu tempo devam edecek. Bundan sonra farklı olacak tek şey ise Muz Orta ve Gol’ün yayın hayatına geri dönmüş olması olacak. Bu konu hakkında sayfalar dolusu yazı çıkar aslında ama bir noktada durmak lazım sanırım.
İşte o nokta da Galatasaray oldu dün gece sayesinde…
D-Smart mucizesi sayesinde Cine-5’in ilk zamanlarını yad etmiş oluyoruz. Kahvehane köşeleri, kebapçılar ya da evinde dekoderi olan arkadaşların kapısının önünden ayrılmazdık maç olduğunda. D-Smart döneminde ise değişen tek şey evinde dekoderi olan arkadaşların yerini 18 yaş sınırını aşmanın verdiği delikanlılık duygusunun armağanı olan birahanelerin almasıydı. İşte yine bir D-Smart gününde, kardeşimin keşfettiği Öz Karedeniz Pidecisi’nde aldık soluğu. Vicente Calderón’da Galatasaray tribünlerinin yaktığı meşalelerin kokularının yerini lahmacun kokularının sardığı bu güzelim mekanda maçı izlemeye koyulduk.
Bazı Galatasaraylılar Madrid’den mağlubiyetle hatta belki de tarihi bir hezimet ile döneceğimizi düşünürken, bendeniz en az bir puan alacağımızı düşünüyordum. Maçtan önce tek korkum vardı, o da ilk 15 dakika içinde bir gol bulup öne geçmemizdi. Çünkü böylelikle uyuyan devi uyandırmış olacaktık ve maç tempo kazanacaktı. Ama Rijkaard o kadar iyi etüt etmişti ki karşı takımı, ilk 15 dakika oyunu soğutmak için her şeyi yaptık. Nitekim bunda da başarılı olduk aslında. Ama hiç ummadık bir anda Caner’in aynı pozisyon içindeki iki basit hatası ile bir anda geriye düştük.
Yazıya son noktayı koymadan önce son birkaç kelam etmek istiyorum. Elano’yu ilk geldiği günden beri en çok savunan benim sanırım arkadaş çevremde. O kadar emindim ki onun yeteneklerinden, çoğu kez en yakın arkadaşlarımla bile tartıştım sırf bu yüzden. Ama bugün gururla diyorum ki; Elano’ya, ilk geldiği günden beri söylemedik söz bırakmayan, küfürler yağdıran, hatta ve hatta futbolculuğunu sorgulayanların utanç gecesiydi dün akşam...
Yürüyedur Galatasaray…