13 Mart 2010 Cumartesi

The Blues Festival

Başlığı atarken gerçekten de çok düşündüm çünkü Malouda bugünkü futboluyla tek başına manşetlere çıkmayı hak etmişti sonuna kadar. Ama The Blues’a olan düşkünlüğüm kişilerin önüne geçti yine ve Malouda’nın güzel oyununu da Chelsea’ye yorup, tüm takıma ilişkin bir başlık atmış buldum kendimi.

Chelsea’ye olan sevgimi çoğu arkadaşım yadırgıyor senelerden beri. Galatasaray taraftarı olup, 5-0’lık maçı gözleriyle gören ve bu acıyı bizzat yaşamış olan biri nasıl olur da Chelsea’yi destekler diye sorup dururlar bana her fırsatta. Bense her seferinde en baştan anlatmaya çalışıyorum bu sevginin nereden geldiğini. Öncelikle Chelsea’nin de tıpkı Galatasaray gibi 1905 yılında kurulduğundan başlayıp, futbolun gerçekten ne olduğunu yeni idrak etmeye başladığım ortaokul çağımın başlangıcında Zola’ya olan sevgim sayesinde bu takıma sempati duyduğumu anlatıp duruyorum. 1997 yılında Zola’lı Chelsea’nin FA Cup’ı aldığında bu maçı uydudan izlediğimi, 1998 yılındaki Uefa Kupa Galipleri Kupası’nı TRT’den takip ettiğimi de belirttiğimde anlıyorlar az çok bu sevginin çok öncelerden başladığını.

Henüz 26’sını devirmemiş olan Trabzonsporlu taraftarların dünya gözüyle bir şampiyonluk görmek istemelerine benzer şekilde ben de uzun süre Chelsea’nin şampiyonluğunu bekledim uzun bir süre. Allah’tan, Trabzonsporlu arkadaşlarımızdan daha şanslıydım ki Mourinho sayesinde şampiyonluk görmüş oldum.

İşte bu Chelsea, onlara duyduğum sevginin temel taşlarını atan Gianfranco Zola’nın çalıştırdığı West Ham United’ı Malouda’nın sol kanadı otobana çevirdiği ve Jonathan Spector’ın pestilini çıkarttığı, 2 gol attırıp bir de kendisinin attığı bir performans sergilediği Londra derbisi sonunda 4-1 ile geçip, Zola’yı eli boş, boynu büküp uğurladı evine. Bende ise, yine takım sevgisinin galip gelmesi nedeniyle, maç sonunda Zola’yı kendi üzüntüsü ile baş başa bırakıp galip gelen taraf olmanın verdiği mutluluğu yaşıyordum o anlarda…

Hiç yorum yok: