29 Ekim 2009 Perşembe

Bir Derbinin Anatomisi

Blogger kaynaklı sorundan dolayı birkaç gün ara vermek zorunda kaldım yazılarıma. Bu süreç içinde Fenerbahçeli bazı arkadaşlarım mağlubiyet sonrasındaki üzüntünün bir sonucu olarak yazamadığımı düşünüp bol bol dalga geçtiler. Biraz geç olsa da bugüne kısmetmiş derbiye ilişkin düşündüklerimi paylaşmak.

Cuma gününden başlayarak %90’lık kısmı futbolsuz geçen bir hafta sonu yaşadım. İlk gün Nefes’i izlemek için sinemaya gittiğim için Trabzonspor – Kayserispor maçının ilk yarısını izleyebildim sadece.

Eski iş arkadaşlarımdan birisinin cumartesi akşamı evlenecek olması nedeniyle cumartesi günüm Ankara yollarında geçti. Önce nikah, sonra düğün derken koca günü futboldan uzak, maçlardan habersiz geçirdim. Açıkçası pazar günü de benzer şekilde başladı. Ankara’dan İstanbul’a dönüşüm akşam 8’i bulduğunda hem futboldan hem de Kadıköy deplasmanından uzak kalmıştım çoktan...

Eve gelir gelmez geçtim televizyonun karşısına ve maçı beklemeye başladım. Açık konuşmak gerekirse bir puan alma ümidim bile yoktu maçtan önce. Bu ümitsizliğimin nedeni Fenerbahçe’nin çok güzel top oynadığını düşünmem değildi katiyen. Tek bir neden vardı ki o da takımı strese sokan Galatasaray taraftarıydı.

Yıllardır hazırlık maçı, kupa maçı ayırt etmeden Kapalı Üst’te göbekteki yerimi alırım yanımda arkadaşlarımla. Her sene Fenerbahçe maçı yaklaştığında bir stres başlar tribünlerde. O dönemlerde tribün içi kavgalar artar, herkes birbirine bağırır. Bu sene de benzer sahnelere şahit olduk, hatta bu sefer kendi arkadaşlarımda tartışırken buldum kendimi. Trabzonspor maçı öncesi Ali Sami Yen’e ayak bastığımda, bütün tribünlerin tek derdi Fenerbahçe olmuştu. Herkes bir hafta sonra oynanacak Fenerbahçe maçını düşünmeye başlamıştı daha Trabzonspor maçı başlamadan. Zaten maç 2-0 olduğunda artık sahada oynanan maçla ilgilenen insan sayısı elle sayılabilecek kadar azalmıştı. Bu noktada tribünde herkese bağırırken buldum kendimi. Yapmayın, etmeyin daha maç bitmedi, ne Fenerbahçe’si !!!” diye haykırırken… Ama ne yazıkki ilk yarının sonuna kadar Fenerbahçe tezahüratı duydum sadece. Ta ki, maç 2-1 oluncaya kadar. O anda 20.000 kişi idrak edebildi hangi maçta olduğumuzu ve ikinci yarı başında bu bilinçle hareket etmeye başladı. Ama 3-1 öne geçince eski tas eski hamam misali Fenerbahçe plağını taktılar yeniden. Bu esnada ben hala “daha erken, bırakın Fenerbahçe’yi, önce şu maçı alalım” diye haykırıyor, en yakın arkadaşlarımla tartışıyordum. Nitekim, maç 4-3’e geldi ve duyarlı taraftarlarımız tekrar Trabzonspor maçına dönmeye karar verdi.

İşte bu anlattıklarım yüzünden Fenerbahçe maçından hiç ümidim yoktu. Derbi için daha önünde iki maç varken sadece derbiyi düşünen taraftar topluluğu ister istemez futbolcusunu da etkiler. Bu adamlar zaten kaç senedir galibiyet stresi ile boğuşuyorlar, bir de üstüne taraftar baskısını yediklerinde ellerinin ayaklarının birbirine dolanması kadar doğal bir şey olamaz.

Galatasaray takımı bu şartlar altında hazırlandı derbi mücadelesine. El Clásico tecrübesine sahip Rijkaard bile sakinleştiremedi onları. Yoğun stres ve baskı yüzünden artık bir ritüel haline gelen ilk 15 dakikada gol yeme sahnesi ile yüzleştik hepimiz ve sonrasında da maç ellerimizin arasından kayıp gitti. Kafa yapısı olarak daha üstün olan Fenerbahçeli futbolcular bir de öne geçince daha rahat futbol oynadılar ve derbinin bütün baskısının Galatasaray tarafına yıkılmasına neden oldular.

Maçın hakemi ya da gözlemcisi hakkında çok fazla konuşmaya gerek duymuyorum. Bu mağlubiyeti onlara bağlamak sadece bahane üretmek olur. Maçı iyi yönetti ya da çok doğru bir gözlemcilik yaptı manasında açıklamalar değil bunlar. Bünyamin Bey berbat bir maç yönetti, maçın büyüklüğü altında ezildikçe ezildi. Christian’ın yaptığı sert müdahalelerde kart kullanmadı, Arda’ya attığı dirsek sonunda Christian’ı kızartmadı, penaltı pozisyonunda pozisyonun içinde ondan başka herkes vardı, ve daha bir çok hata yaptı maç öncesinde, esnasında ve sonrasında. Bunların hepsi, Bünyamin Gezer’in hakemlik mesleğindeki yetersizliğinin kanıtları olabilir ama mağlubiyetin sebebi olarak gösterilmemelidir.

Yazıyı bitirirken ufak bir not eklemek istiyorum. Biz, Galatasaray camiası her derbide stres altında oluyoruz ve hep bu yüzden kaybediyoruz. Fenerbahçeliler psikolojik olarak daima daha rahat olurlar bizden. Ama bu maç için aynı şeyleri söylemek mümkün değil. Sahaya yağan pet şişeler, Christian’ın ve Bilica’nın takındığı tavırlar, Daum’un enteresan davranışları beni çok şaşırttı gerçekten. İşte bu yüzden, Kadıköy’deki galibiyet hasretine son vermemizin eskisinden daha olası ve daha yakın olduğunu düşünüyorum.

Kimse unutmamalı ki, biz bu renklere her mağlubiyetten sonra daha da çok bağlanıyoruz.

Metin Oktay’ı, Ali Sami Yen’i, futbolcuları ve teknik kadroyu her seferinde daha çok sahipleniyoruz...

Hiç yorum yok: