İçinden polis operasyonuyla yaratıcılığı çıkarılmış Beşiktaş taraftarı özgünlüğü elinden alınmış gürültü yapan kalabalıktan ibaretti dün akşam. Kuru gürültünün rakip takımı etkilediğini sanmıyorum. Zaten bu şekilde olduğu düşünülmüş olacak ki devreye yine su şişeleri girdi. Artık su şişeleri tribünlerin en kaba ve etkili tezahüratı halini aldı maalesef. Neyse, biz en iyisi futbol haricini geçip maça dönelim.
Ortalama bir futbol seyircisi bile Fenerbahçe’yi durdurmanın yolunun Alex'i adam adama marke etmekten geçtiğini kolayca çözebilir. Mustafa Denizli'nin elinde de Fink gibi pranga kuvvetinde bir Alman olduğu düşünülürse, Daum'un ikinci bir oyun planı olmaması beni bile şaşırttı açıkçası. Tüm planı Beşiktaş karşısında geriye yaslandıktan sonra iyi ve tempolu paslarla ve uzaktan şutlarla ev sahibi karşısında öne geçip, Kadıköy’de bu sene çoğu maçta yaptığı gibi oyunu rölantiye almaktı. Maalesef olmadı, bir iki cılız atak ve penaltı pozisyonu dışında Ferrari – Sivok - Rüştü üçlüsü Beşiktaş'da olağanın aksine isimleri en az telaffuz edilen isimlerdi. Halbuki İnönü’deki Kasımpaşa maçında bile Ferrari - Sivok’lu defans ikilisi daha çok zorlanmıştı.
Bence daha da ilginç olan Fenerbahçe karşısında kesinlikle en başta eriyecek gibi duran Serdar Özkan-İbrahim Üzülmez ikilisiydi. Çünkü önlerinde Gökhan Gönül ve Mehmet Topuz gibi fizik kapasiteleri ile ilk 60 dakika yüksek tempoyla ve dikine gidebilen futbolcular vardı. Gökhan iki üç kere zorlamayı denese de Topuz'un ayaklarının neden ters istikamette gittiğini anlayamadım. Aklının 20 hafta evvelki transfer karmaşasında olmadığını ümit ediyorum. Çünkü Beşiktaş taraftarı bunu çoktan unuttu bile. İbrahim Üzülmez 2000 yılında Barcelona maçından sonra ilk defa bu kadar çizgiye doğru düzgün ve akıllı koşular yaptı. İkinci yarıda Tello efsanevi Markus Münch'ü andıran bir oyun sergileyince Beşiktaş’ın sol tarafı beni 9 sene evveline götürdü. Nitekim İbo 2,5 asistle maçı bitirdi, hatta Bobo'nun kafayla gole yaklaştığı ve Uğur İnceman'ın da ıskaladığı topu sayarsak, Beşiktaş’ın nerdeyse tüm pozisyonlarında Deli İbo'nun sağ ayağının parmağı (!) vardı.
Ortalama bir futbol seyircisi bile Fenerbahçe’yi durdurmanın yolunun Alex'i adam adama marke etmekten geçtiğini kolayca çözebilir. Mustafa Denizli'nin elinde de Fink gibi pranga kuvvetinde bir Alman olduğu düşünülürse, Daum'un ikinci bir oyun planı olmaması beni bile şaşırttı açıkçası. Tüm planı Beşiktaş karşısında geriye yaslandıktan sonra iyi ve tempolu paslarla ve uzaktan şutlarla ev sahibi karşısında öne geçip, Kadıköy’de bu sene çoğu maçta yaptığı gibi oyunu rölantiye almaktı. Maalesef olmadı, bir iki cılız atak ve penaltı pozisyonu dışında Ferrari – Sivok - Rüştü üçlüsü Beşiktaş'da olağanın aksine isimleri en az telaffuz edilen isimlerdi. Halbuki İnönü’deki Kasımpaşa maçında bile Ferrari - Sivok’lu defans ikilisi daha çok zorlanmıştı.
Bence daha da ilginç olan Fenerbahçe karşısında kesinlikle en başta eriyecek gibi duran Serdar Özkan-İbrahim Üzülmez ikilisiydi. Çünkü önlerinde Gökhan Gönül ve Mehmet Topuz gibi fizik kapasiteleri ile ilk 60 dakika yüksek tempoyla ve dikine gidebilen futbolcular vardı. Gökhan iki üç kere zorlamayı denese de Topuz'un ayaklarının neden ters istikamette gittiğini anlayamadım. Aklının 20 hafta evvelki transfer karmaşasında olmadığını ümit ediyorum. Çünkü Beşiktaş taraftarı bunu çoktan unuttu bile. İbrahim Üzülmez 2000 yılında Barcelona maçından sonra ilk defa bu kadar çizgiye doğru düzgün ve akıllı koşular yaptı. İkinci yarıda Tello efsanevi Markus Münch'ü andıran bir oyun sergileyince Beşiktaş’ın sol tarafı beni 9 sene evveline götürdü. Nitekim İbo 2,5 asistle maçı bitirdi, hatta Bobo'nun kafayla gole yaklaştığı ve Uğur İnceman'ın da ıskaladığı topu sayarsak, Beşiktaş’ın nerdeyse tüm pozisyonlarında Deli İbo'nun sağ ayağının parmağı (!) vardı.
Andre Santos - Roberto Carlos ikilisi sağ taraftaki ikiliye göre çok daha zayıftı ama İbrahim Toraman ve Ekrem Dağ sol taraf kadar etkili çalışamadı. Burada Ekrem'in artık nerede oynayacağını bilememesinin de etkili olduğunu düşünüyorum. Zaten Santos’un Galatasaray maçında çok iyi oynamış Wederson'un yerine düşünülmüş olması çok gereksiz bir hamleydi.
Emre - Baroni ikilisine de ayrıca değinmeliyiz bence. Her ne kadar bu maçtan sonra sadece Ernst ve Fink konuşulacak da olsa Baroni'nin sürekli yükselen performansı Yusuf'un özellikle ilk yarıda ayağına aldığı her topu kaptırmasına sebep oldu. Baroni eğer elde tutulabilirse bu takımın en etkili adamlarından biri olacaktır şüphesiz. Emre için ise durum biraz farklı. Fenerbahçe sadece bir piskoloğunu Emre'ye ayırmalı, Emre'nin içine kaçan şeytanı çıkartmanın tek yolu bu. Daha birinci dakikadan itibaren kendi takım arkadaşlarına ve hakeme sataşmaktan top oynamayı unutmaya başladı. Sakatlık pozisyonunda, Daum'un dediği gibi yere yatmayıp pozisyonunu kaybetmesi de sırf bu inatçılığından kaynaklanıyor. Kazım için kayda değer tek bir cümle kurmaya gerek yok aslında. Ferrari ve Sivok'un önüne yem diye atılmış 2 lokma gibiydi Kazım Kazım. Nitekim Grafite gibi o da oyundan atıldı.
Bobo henüz geri dönmüş değil ve işte bu yüzden iki takımın da forvetsiz olduğu bir derbi maçı oynandı aslında. Beşiktaş son altı haftada yaptığı gibi yine başka bir mevkiden oyuncusunu yıldız yaptı ve maçı kazandı. Mustafa Denizli'nin kafasında oynattığı maçın bu olmadığından ne kadar eminsem Daum'un da Fink'i düşünmediğinden o kadar eminim. Yaşlı kurtlar galiba gerçekten artık yaşlandılar. 2-0’dan sonra artık gardını iyice indiren Fenerbahçe’ye karşı Tabata kroşesini vurmak varken rakibe saygıdan mı yoksa orta sahayı kaybederim korkusuyla mı bilemiyorum ama Uğur değişikliği yapıldı. Ancak, kazanan takım daima haklı olduğu tezinden yola çıkılarak Denizli'nin bu değişikliğinin akıllıca olduğu yorumlanacaktır ama bence tarihi yeniden biçimlemekten alıkoydu bizi Denizli.
Sonuç olarak bu sezon tüm lig maçlarında gol atmış Fenerbahçe’ye attırmadan 3 gol atmak kolay değil, hele ki İnönü’de kıramadığın bir şanssızlığın varsa. Beşiktaş yıllardır biriktirdiği lakabına yakışır şekilde geri döndü. Bir takıma "5 dakikada Beşiktaş" denmesi hem komik hem de temeli sağlam bir slogandır. Sen ilk altı haftada 6 puanı zor kurtar sonra 21 puan topla üst üste, olacak iş değil (!). Beşiktaş haftaya Sivas'ta da kazanırsa 8’de 8 yapmış olacak, sizce de çok ironik değil mi?
Bu takım ayakta alkışlanmayı hak etmiyor mu?. Hem de kulüp seçimleri tarikatların, güç dengelerinin ve küfürlerin altında ezilmişken…
Bobo henüz geri dönmüş değil ve işte bu yüzden iki takımın da forvetsiz olduğu bir derbi maçı oynandı aslında. Beşiktaş son altı haftada yaptığı gibi yine başka bir mevkiden oyuncusunu yıldız yaptı ve maçı kazandı. Mustafa Denizli'nin kafasında oynattığı maçın bu olmadığından ne kadar eminsem Daum'un da Fink'i düşünmediğinden o kadar eminim. Yaşlı kurtlar galiba gerçekten artık yaşlandılar. 2-0’dan sonra artık gardını iyice indiren Fenerbahçe’ye karşı Tabata kroşesini vurmak varken rakibe saygıdan mı yoksa orta sahayı kaybederim korkusuyla mı bilemiyorum ama Uğur değişikliği yapıldı. Ancak, kazanan takım daima haklı olduğu tezinden yola çıkılarak Denizli'nin bu değişikliğinin akıllıca olduğu yorumlanacaktır ama bence tarihi yeniden biçimlemekten alıkoydu bizi Denizli.
Sonuç olarak bu sezon tüm lig maçlarında gol atmış Fenerbahçe’ye attırmadan 3 gol atmak kolay değil, hele ki İnönü’de kıramadığın bir şanssızlığın varsa. Beşiktaş yıllardır biriktirdiği lakabına yakışır şekilde geri döndü. Bir takıma "5 dakikada Beşiktaş" denmesi hem komik hem de temeli sağlam bir slogandır. Sen ilk altı haftada 6 puanı zor kurtar sonra 21 puan topla üst üste, olacak iş değil (!). Beşiktaş haftaya Sivas'ta da kazanırsa 8’de 8 yapmış olacak, sizce de çok ironik değil mi?
Bu takım ayakta alkışlanmayı hak etmiyor mu?. Hem de kulüp seçimleri tarikatların, güç dengelerinin ve küfürlerin altında ezilmişken…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder