19 Şubat 2010 Cuma

Yürüyedur...


2009 yılının son ayında herkes 2010’a nasıl ve nerede gireceğinin planını yaparken, bendeniz yeni yılın ilk altı ayının nasıl geçeceğini düşünüyordum. Bazılarınız denetim sektöründeki iş yoğunluğu ve çalışma şartları hakkında çevresindeki insanlardan birkaç kelam duymuştur tahminimce. Anlatılanların hiç abartı olmadığını, bu hayatın tam ortasında bulunan biri olarak rahatça söyleyebilirim. Aralık ayından bugüne kadar hafta içi hafta sonu ayrımı olmadan, günün ortalama 18 saatinin yoğun çalışma temposuyla geçtiği bir dönemin içerisindeyim. 8 senedir yaşadığım İstanbul’da, hem de evim Ali Sami Yen’in hemen yanı başında iken, ilk defa maç kaçırdım bu süreçte. Hatta dürüst olmak gerekirse kaçırılmaması gereken maçı (Galatasaray – Trabzonspor kupa maçı) kaçırmakla kalmayıp, o gün maç olduğunu unuttum. Bu süreçte ne gazete okuyabildim, ne internete girebildim. Emek verip her gün yazı yazıp sizlerde paylaştığım bu sayfaya tek bir satırlık yazı bile koyamadım.

Peki, bu yoğun dönem bitti mi? Tabi ki hayır… Haziran 2010’a kadar bu tempo devam edecek. Bundan sonra farklı olacak tek şey ise Muz Orta ve Gol’ün yayın hayatına geri dönmüş olması olacak. Bu konu hakkında sayfalar dolusu yazı çıkar aslında ama bir noktada durmak lazım sanırım.

İşte o nokta da Galatasaray oldu dün gece sayesinde…

D-Smart mucizesi sayesinde Cine-5’in ilk zamanlarını yad etmiş oluyoruz. Kahvehane köşeleri, kebapçılar ya da evinde dekoderi olan arkadaşların kapısının önünden ayrılmazdık maç olduğunda. D-Smart döneminde ise değişen tek şey evinde dekoderi olan arkadaşların yerini 18 yaş sınırını aşmanın verdiği delikanlılık duygusunun armağanı olan birahanelerin almasıydı. İşte yine bir D-Smart gününde, kardeşimin keşfettiği Öz Karedeniz Pidecisi’nde aldık soluğu. Vicente Calderón’da Galatasaray tribünlerinin yaktığı meşalelerin kokularının yerini lahmacun kokularının sardığı bu güzelim mekanda maçı izlemeye koyulduk.

Bazı Galatasaraylılar Madrid’den mağlubiyetle hatta belki de tarihi bir hezimet ile döneceğimizi düşünürken, bendeniz en az bir puan alacağımızı düşünüyordum. Maçtan önce tek korkum vardı, o da ilk 15 dakika içinde bir gol bulup öne geçmemizdi. Çünkü böylelikle uyuyan devi uyandırmış olacaktık ve maç tempo kazanacaktı. Ama Rijkaard o kadar iyi etüt etmişti ki karşı takımı, ilk 15 dakika oyunu soğutmak için her şeyi yaptık. Nitekim bunda da başarılı olduk aslında. Ama hiç ummadık bir anda Caner’in aynı pozisyon içindeki iki basit hatası ile bir anda geriye düştük.
Maç 1-0’a geldiğinde pidecideki herkes Galatasaray’dan gol beklemeye başladı. Bir an önce maçı beraberliğe getirip önce geçmeliydi Galatasaray. Böyle düşünenlerin aksine, ilk yarıda gol atmayıp ve de bir gol daha yemeyip soyunma odasına 1-0 geride gitmek çok mantıklı geliyordu bana. Çünkü ilk yarıda bulacağımız bir gol, Madrid’i tekrar hayata döndürecekti. Calderón’dan puanla çıkmamız için yapmamız gereken tek şey oyunu soğutmaktı. Oyun soğudukça Madrid’liler uyuyacak, onlar uyudukça tempo düşecek, tempo düştükçe ev sahibi futbolcuların konsantrasyonları dip yapacak ve Galatasaray da 80’li dakikalarda golü bulacaktı.
Yukarıda bahsetmiş olduğum bu senaryo bir anda realiteye dönüşüverdi. İkinci yarının ilk 15 dakikasında tempo yapmaya çalışan Atletico Madrid, Galatasaray’ın tempoyu düşürme çabalarına engel olamadı ve 60’ıncı dakikadan sonra uyku moduna geçti. Bu dakikadan sonra Keita ile Arda sazı yavaş yavaş ellerine almaya başladı ve ardından da Keita 76’ıncı dakikada golünü atıp tabelayı 1-1’e getirdi. İşte bu andan sonra “Noluyo lan?” diye düşünmeye başlayan Madrid telaşla saldırmaya başladı. İşte tam da bu telaş yüzünden neticeye gidemedi ve istediğimizi alarak ikinci 90 dakikayı beklemeye başladık.

Yazıya son noktayı koymadan önce son birkaç kelam etmek istiyorum. Elano’yu ilk geldiği günden beri en çok savunan benim sanırım arkadaş çevremde. O kadar emindim ki onun yeteneklerinden, çoğu kez en yakın arkadaşlarımla bile tartıştım sırf bu yüzden. Ama bugün gururla diyorum ki; Elano’ya, ilk geldiği günden beri söylemedik söz bırakmayan, küfürler yağdıran, hatta ve hatta futbolculuğunu sorgulayanların utanç gecesiydi dün akşam...

Yürüyedur Galatasaray…

18 Şubat 2010 Perşembe

Geri Dönüş...!


Nedenlerini sizlerde daha sonra paylaşacağım çok ama çok uzun bir aradan sonra, bu akşamki Atletico Madrid maçının bitiş düdüğünü müteakiben blog tekrar hayata dönüyor. Umarım güzel bir sonuç alırız ve blog için güzel bir dönüş olur...